Osmanlılar dönerken

YİRMİ küsur yıl önce, Tûba ve Cengiz’le (Çandar) birlikte Kudüs’teydik.

Mescid-i Aksa’yı tavaf ediyorduk ki, Türkçemizi duyan mihmandar yanımıza geldi.

Yine Türkçe, restorasyonun "hamiyetli Sultan Reşat zekátı" olduğunu söyledi.

Zaten, Kutsal Şehrin surları da daha eski bir "hamiyetli Sultan Kánuni zekátı"dır.

Hep kaldığım "neo-Osmanlı" tarz "American Colony" oteli ise mutasarrıf konağıdır.

Artı, bugünkü Filistin - İsrail sathını dahi Devlet-i Áli’mizin tapu kayıtları belirler.

***

BUNU geçelim, daha öncesinde veya ertesinde miydi şimdi tam hatırlamıyorum ama, Bekáa Vadisi’nde kan ter içinde kaldıktan sonra Lübnan’dan tekrar Suriye’ye dönmüştüm.

İç çamaşırı değiştirebilmek için de Şam-ı Şerif işportasında pazarlık yapıyordum.

Bitişiğimde duran çok yaşlı bir hanımefendi en hális İstanbul ağzıyla, "bey evládım, bu tapon malların yerine neden vatanımızdaki álásından almıyorsun" diye soruverdi.

Yasaklı yüzkırkdokuzluklardan bir ailenin kızı olan Şehbender Hanım’ın elini öptüm.

Ardından da, zaten adı üstünde, bu kez o Şam-ı Şerif’e bir "hamiyetli Sultan zekátı" olan "Hamidiye Çarşısı"nda, Tehcir’den arta kalmış Ermeni esnafla koyu sohbetlere daldım.

Ve, daha çok hikayeyle süsleyebileceğim yukarıdaki örnekleri şundan dolayı anlattım.

***

ÇÜNKÜ, dün belirttiğim gibi, başta İsrail ve Suriye’yi görüşmeye oturtabilmek, AKP iktidarı Ortadoğu’ya yönelik olarak çok başarılı bir sesssiz ve derinden diplomasi uyguluyor.

Artı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yeni Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın yemin töreni için Beyrut’a özel olarak çağrılması, bunun artık Sedir Ülkesi’ni de; háttá, şimdilik kasten sessiz geçiliyor olsa bile, Filistin’i dahi kapsadığını ortaya koyuyor.

Yani, Türk hükümetinin ketûm ve usta girişimleri sayesindedir ki, "El Müstakbel" gazetesi başyazarı Mişel Naufal’ın dün yaptığı benzetmeyle, tekrar "Osmanlılar dönüyor". Tabiatıyla da, bu "dönüş" çok geniş jeo-stratejik perspektifleri beraberinde getiriyor.

***

SÖZ konusu perspektifleri, Başbakan’ın Beyrut gezisine katılan Enis Berberoğlu’nun dünkü "Hürriyet"te yer alan şu değerlendirmesinden yola çıkarak irdeleyebiliriz:

"Ankara, Ortadoğu’da oluşan iki ayrı eksene karşı bayrak gösterdi. İran - Suriye ve rakip Mısır - Suudi Arabistan ittifaklarına karşı / yanı sıra yeni bir seçenek yarattı."

Evet, aynen öyle! Tabii bunu dama çıkıp bağırmanın alemi yok ama, yine de öyle! Ve, ecdádımızı sahiplenip buna dobra dobra "Osmanlı seçeneği" dememiz gerekiyor.

***

EVET "Osmanlı seçeneği" dememiz gerekiyor, çünkü "ulusalcı" cihet görmemişin oğlu nankörlüğüyle kendi öz tarihi reddediyor ve cinnet raddesini artık "Şerefsiz Osmanlıya Dönüş" başlığıyla kitap yazmak cüretkálığına vardırıyor ama, kazın ayağı öyle değil!

Unutmayalım ki, 20. Yüzyıl başında gelişen Arap milliyetçiliğine rağmen yukarıdaki emperyal mirasımız o Arap kolektif hafızasından silinmiş değildir. Beyinlere nakşolmuştur.

Zira bir; bölge sosyolojisi Dersaadet’in din eksenli "millet" kavramıyla uyuşmuştur.

İki, çoğunluktaki Sünni kitleler Şii Farsilere karşı yine Sünni Osmanlıları yeğlemiştir.

Nihayet üç, aynı Arap kitlelerin İmparatorluk bünyesini terkettikten sonra yaşadığı hem "modern", hem de "geleneksel" tecrübeler tamamen başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

***

VE işte tüm bunlar da, Müslüman ama laik; Doğu’da ama Batılı; Sünni ama demokrat; İslam ama modern; her halükárda da "hamiyetli sultan" mirasçısı Cumhuriyet Türkiye’sini, Berberoğlu’nun deyimiyle bir "üçüncü seçenek"; en azından bir "cazibe merkezi" kılıyor.

O halde, evet "Osmanlılar dönüyor", zira durağan beyinlere rağmen dünya dönüyor.
Yazarın Tüm Yazıları