Ocak 2010 Haiti notları

HAYIR, yukarıdaki başlığa bakıp Karaipler adasından yazdığımı sanmayın.

Haberin Devamı

Öyle “gazetecilik damarım” (!) falan kabarmadı. Daha şimdiden 21’inci yüzyılın en dehşet felâketi sıfatını kazanan korkunç depremi yerinde izlemek için okyanuslar aşmadım.

Eh, “büyük röportajcılık” denilen ve o görevi gerçekleştirecek meslektaşımıza mangal gibi bir yürek gerektiren bu tür haberciliğe soyunmak için yaşım çoktan geçti.

Onların cesaretini saygıyla selamlıyorum ve de hepsine Allah kolaylık versin diyorum.

*

KALDI ki, facia sahnelerini ekranda bile seyretmeye dayanamıyorum, nerede kaldı kadavra kokusuna burun tıkayarak ve enkaz üzerine bilgisayar kurarak, dehşeti tasvir etmek!

Böyle bir işgüzarlığa kalkışsam, sekte-i kalpten oracıkta gideceğimin resmidir!

Üstelik “beyaz adam” (!) ayrıcalığına sahibim ya, leşimi diğerleriyle birlikte toplu çukura atacaklarına, sanki benimkisi ora lanetlilerinden daha kıymetliymiş gibi, çinko tabut, damar şırıngası, nakliye uçağı falan, taa Porto Prens’lerden Karacaahmet’e naklederler.

Haberin Devamı

Sırf bunun masrafıyla da belki bin felaketzedenin bir yıllık iaşesi karşılanabilir.

O halde bu “Haiti notları”yla hariçten gazel okuyorum, okudukça da kan ağlıyorum.

*

KAN ağlıyorum, zira söz konusu Ada halkına olan özel ilgim, sempatim, dostluğum, yakınlığım her neyse, haniyse kırk sene öncesine uzanıyor. “Cinnet yılları”mla özdeşleşiyor.

Üç arkadaştık! Erich Maria Remarque’nin romanındaki gibi üç ayrılmaz arkadaştık.

Quebec bağımsızlıkçısı olduğu ve Montreal’de oraya buraya bomba attığı için Kanada’dan Belçika’ya kaçmış Michel Lambert; Haiti’deki hemen tüm melezler gibi elit bir aileden inen ve o zamanki diktatör François Duvalier’eye; nam-ı diğer “Doktor Baba”ya karşı mücadele ettiği için yine Brüksel’de mülteci olmuş Georges Bucheron ve ben!

Yirmili yaşların en, en başlarını sürüyorduk ve dünyayı değiştirmeye kararlıydık.

Ve hiç benzeşmeseler dahi, her birimizin ülkesindeki her bir şeyi biliyorduk.

*

ASLINA bakarsanız Michel’i şımarık bir “zengin devrimciği”yle suçluyordum.

Dolayısıyla da Georges’un fakir ve siyahi Haiti’si beni çok daha fazla ilgilendiriyordu.

Haberin Devamı

O Haiti değil miydi ki Toussaint Louverture ve Jean-Jacques Dessalines gibi iki öncü lideriyle, Fransız İhtilali’yle aynı anda ve aynı özgürlük talebinde hem köleliğe, hem sömürgeciliğe başkaldırmış ve tarihin ilk “kara derililer cumhuriyeti”ni inşa etmişti?

O Haiti’nin fitili değil miydi ki bütün bir 19’uncu yüzyıl boyunca gerek Afrika’daki, gerekse Amerikalar’daki aynı kara derililerin hürriyet ateşine kıvılcım çakmıştı?

İşte ben bu Haiti’yle uzun süre düşüp kalktım ve lâf aramızda da, dilberler dilberi ve yine oralı bir melez sevgilinin “sürgün hüzünlerini” avutmaya yardımcı oldum.

*

DİKKAT ettiyseniz yukarıda “lânetliler” deyimini kullandım.

Haberin Devamı

Evet, zaten dünyanın en yoksul ülkesi olan Karaipler diyarı sanki her hangi bir Tanrı tarafından kasten lânetlenmiş gibi, bir felâketten diğerine sürükleniyor.

Sefaletler, hastalıklar, katliamlar, diktatörlükler, iç savaşlar yetmezmiş gibi işte bir de korkunç depremle sallandı ki, daha şimdiden 21. Yüzyılın faciaları arasında ilk sıraya oturdu.

Bu takdirde, benim hariçten gazel okuyarak “Haiti notları” yazmam ne değiştirir!

Tabii ki hiçbir şey! Yukarıdaki satırlar tabii ki yersiz bir kara mizahın ötesine gitmez.

Oysa bir şeylerin Haiti’nin acılarını birazcık dindirebilmesi ve bir şeylerin “lânetliler”in üzerinden o kem gözü birazcık kör edebilmesi için, “cinnet yılları”nda düştüğüm yöntem hatalarını tekrarlamamak kaydıyla, aslında dünyayı değiştirmek ısrarını sürdürmek gerekiyor.

Haberin Devamı

Biliyorum kolay iş değil ama bunu yine de “Haiti notları”na bir ek not olarak düştüm.

 

Yazarın Tüm Yazıları