OBAMA’yla birlikte ABD’de gerçekleşmekte olan değişim kozmetik değildir.
"Göz boyamak" veya "bir parmak bal çalmak" gibi ifadelerle küçümsenemez.
Böylesine bir peşin hükümlülük ancak marazi "Amerikan düşmanlığı"na özgüdür.
Oysa, net bir değerlendirme yapmak için vakit tabii ki henüz erkendir ama, şu ana kadar Beyaz Saray’dan yansıyan tablo yine de belirli ipuçları vermektedir.
Başka bir deyişle, yeni Washington liderinin dönüşüm iradesi sırf uslûpla, tarzla, şekille, yöntemle sınırlı kalmamaktadır.
Özü, içeriği, yani genel olarak politika sanatının bam telinikapsamaktadır ki, nokta!
***
ÖYLE ve nitekim, "New York Times" gazetesinde Pazar günü yayınlanan son demeç de bunun somut bir göstergesini daha sundu.
Zira, Barack Hüseyin Obama"Afganistan’da savaşı kazanıyor muyuz" sorusuna, láfı hiç kıvırtmadan, hiç gevelemeden, hiç yuvarlamadan, dobra dobra "hayır" cevabı verdi.
Oysa, böylesine soğuk, net ve dolayısıyla dürüst bir yanıtı bir devlet önderinin, hele hele ABD gibi bir "ultra süper güç" önderinin ağzından duymaya hiç alışık değiliz.
Fakat daha önemlisi, Obama burada "hayır" derken, Vietnam Savaşı nihayetlerindeki Richard Nixon örneğinde olduğu gibi, Birleşik Amerika’nın Pamir ülkesinden çekilmesine "mazaret aramak" veya bunun "kapısını yapmak" gibi bir yaklaşım içinde bulunmuyordu.
***
BULUNMUYORDU ve tam tersine, "NYT"deki mülákatın devamında, zaten seçim kampanyası sırasında dile getirmiş olduğu ana temayı yineledi.
Terör odakları temizlenene dek ABD’nin Afganistan’daki kalacağını tekrar vurguladı.
Böylelikle de, belki biraz Büyük Winston Churchill’in Nazilere direnen İngiliz halkına seslenirken "size yalnız kan, gözyaşı ve ter vaad ediyorum" demesindeki gibi, Obama da nesnel gerçeği hiç gizlemeden kabullenmekle, benimsediği değişim dinamiğinin tarzın ve uslubun ötesine taşarak içeriğe yansıdığını ispatlamış oldu.
Yahut, müteveffa Sovyetler Birliği’nde Mihail Gorbaçov’un öncülük ettiği "şeffaflık" girişimine benzer bir biçimde, "açık kart" siyaseti seçtiğini ortaya koydu.
***
ÜSTELİK, Allah’ı var, Beyaz Saray kiracılığını devraldığı iki aydan beri gördük ki, Barack Hüseyin Obama’nın yukarıdaki tercihi yalnız dış politikayla sınırlı kalmıyor.
Ekonomik krizdeki durumu bütün vehametiyle gözler önüne sermesinden, dünya çevre kirliliğindeki Washington sorumluluğunu kabullenmesine, bugüne dek, değindiği hemen her konuda, sahiplendiği değişimin "söz"de değil "öz"de olacağına dair somut sinyaller verdi.
Tıkırında gitmeyen işleri ne gargaraya getirdi, ne onları demagojiyle savuşturmaya kalkıştı, ne de her devlet adamından alışık olduğumuz "áli menfaatler" nakaratını tekrarladı.
Evet evet, ABD’in siyahi lideri iki aydan beri, yukarıdaki değişimi, "derin Amerikalı ruhu"nu belirlediği varsayılan ama en azından Roosevelt’ten beri başkanlık koltuğunda esamesi okunmayan, o biraz naif "Doğrucu Davut" kimliğiyle sahiplenir bir tablo çizdi.
***
İŞTE, yukarıdaki "özde değişimci" lider nisanda Türkiye’ye gelecek ve böylelikle de Ankara, Obama’nın Avrupa’da ilk ziyaret edeceği beş "ağababa" başkentten birisi olacak.
Hiç hesapta olmayan bu "sürpriz" ziyaretin simgeselliğine ve ülkemiz için taşıdığı öneme dün değindiğim için bugün konuya tekrar dönmeyeceğim.
Ama şunu görelim ki, dünya Obama değiştiği için değişmedi. Tam tersine, o dünya ABD’yi de değiştirdiği içindir ki, Barack Hüseyin Obama aynı ABD’de iktidar oldu.
Ve, gözde ziyaretçiyi ağırlayacak olan Türkiye de "öz"dedeğişmekle yükümlüdür!