ÖNCE, Barack Hüseyin Obama’nın Türkiye ziyareti dünya çapında bir gelişme oldu Evrensel boyut taşıdı ve ülkemizle ABD arasındaki ilişkilerin sınırını haydi haydi aştı.
Çünkü, Cengiz Çandar’ın enfes saptamasını tekrarlarsak, Amerikalı başkanın ta-ri-hi TBMM konuşması, "11 Eylül paradigması"nın tamamen noktalanması anlamına geldi.
Yani, Bush defterini kapatacağını zaten ilan etmiş bir Obama son "Ankara nutku"yla bunu ilk kez uluslararası sahnede, üstelik de İslam coğrafyasında resmileştirmiş oldu.
İşin açıkçası, artık kesin taahhüt altına girdi ki, nokta!
***
DİĞER taraftan, yukarıdaki hayati mesajın Türkiye başkentinden duyurulmuş olması, hiç şüphesiz ki ülkemizin ayrıcalığını bir defa daha gözler önüne seriyor.
Zira, teorik olarak Ankara’yı ne denli o İslam coğrafyasına dahil edersek edelim, bizim başkentimiz aynı zamanda hem Türk modernleşmesindeki zirveyi, hem söz konusu coğrafyada mevcut ye-gá-ne demokratik ve laik ülkeyi simgeleştiriyor.
Dolayısıyla da, Washington liderinin uluslararası taahhüde girmek için TBMM’yi seçmiş olması, sırf Türkiye’nin ABD nezdindeki ikili "stratejik önemi"yle sınırlı kalmıyor.
Tercihin arkasında, bu defa da Birleşik Amerika’nın Müslüman dünyaya "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" şeklinde çağrıştırdığı diğer bir sembolizm yatıyor.
Ve, sahte tevazu göstermeden dobra dobra saptadığımız takdirde, Beyaz Saray önderi aynı Müslüman dünyaya yönelik olarak, "siz de burayı örnek alın" çağrısı yapmış oluyor.
O halde, kaçınılmaz zaaflarına rağmen, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e uzanan ve Kemal Atatürk’le taçlanan Türk modernleşmesinin aktörlerine burada tekrar şükran ifade edelim.
***
ÖTE yandan, siyahi önderin ziyaretindeki ikili eksene gelirsek, tabii ki kendimizi dev aynasında görmeden, fakat yine sahte tevazu göstermeden, şunun altını çizmemiz gerekiyor.
Ankara Washington nezdinde hayati önem taşımaktadır. Çok kıymetli bir göz ağrısıdır.
Yani, teker teker ayrıntıya girmeyeceğim ama, aslında dün olduğu gibi bugün de ABD bölgede güçlü ve kendisine müttefik bir Türkiye istiyor. Ve, bunun somut siyasetini yapıyor.
Nitekim, bundan iyisi can sağlığı, PKK’nın terörist niteliğini tekrarlamaktan ülkemizin bölgesel güçrolünü vurgulamaya, Amerikalı Başkansöylenebilecek olan her şeyi söyledi.
Artı, çok önemli ve orta vadede mutlaka meyve verecek bir adım, AB ufkumuzu hiçbir Beyaz Saray kiracısının cesaret etmediği bir hararetle sahiplendi. İşi, Fransa Cumhurbaşkanı NicolasSarkozy’le kapışacak, onunla külahları değişecekraddeye vardırmaktan çekinmedi.
Öyle ki, durumun vahametini kavrayan Paris gazeteleri ünlü Fransız deyimine atıfta bulunarak, "Galiba Sarkozy şarabına su katmak zorunda kalacak" manşetini attılar.
Dolayısıyla da, "öteki" korkusuyla tir tir titreyen "ulusalcı" taifenin zaten hiçbir temele dayanmadan ve sırf paranoyak nefret körüklemek için kasten uydurduğu "Amerika bizi bölmek istiyor" hezeyanları artık tamamen berhava olmuş oldu.
***
AMA tabii, kadı kızında illá kusur bulmaya kararlıysanız, "soykırım" láfını telaffuz etmese bile 1915 Ermeni Tehciri konusunda fikir değiştirmediğini dürüstçe tekrarlamasını; veya satır aralarından, Afganistan’a asker göndermek konusunda Türkiye’nin daha angaje olması çağrışımını yapmasını Obama ziyaretinin "açıkları" (!) olarak yorumlayabilirsiniz.
Hatta, Amerikalı liderin Ankara’daki demokrasi vurgulamasını da yine, "bizi gizli gizli bölmek için liberal şekere bulanmış büyük tuzak" diye yutturmaya kalkışabilirsiniz.
Bu takdirde onlara söylenebilecek bir şey kalmıyor!