31 Mayıs tarihli yazımda sıcağı sıcağına, Fransa Meclisi’nin aldığı karara değinmiştim.
Ve, ad zikretmeden Ankara’yı hedefleyen bu kararı "maskaralık" diye tanımlamıştım.
Gelişmeyi çok kısaca tekrar hatırlatayım.
* * *
PARİS Millet Meclisi 29 Mayıs gecesi,iktidardaki UMP partisi üyelerinin verdiği ek önergeyi kabul etti ve Anayasa’da değişikliğinde şu maddenin de yer almasını kararlaştırdı:
"Avrupa Birliği’ne aday ülkelerden birisinin nüfusu eğer toplam AB nüfusunun yüzde beşine eşitse, o ülkenin üyeliği için Fransa’da referandum düzenlenir."
Pes ki pes ve burada Türkiye’nin kastedildiğini anlamamak için aptal olmak gerekir.
Ama "Sarkozy’nin adamları" çocuk kandırır gibi, "isim yok" diye tevile yeltendiler.
Zaten benim "maskaralık" demem de kılıfa sığmayan bu minareden kaynaklanmıştı.
* * *
ANCAAAK, yukarıdaki "maskaralık" büyük ihtimalle hayata geçmeyecek.
Ne Ankara’nın tepesinde kılıç sallanacak, ne de Paris daha fazla rezil-i rüsva olacak.
Zira, yine büyük ihtimalle, Meclis kararı Senato’dan geri dönecek. Kanunlaşmayacak.
Nitekim, eski Başbakan Raffarin dahil, aynı iktidar partisine mensup senatörler, kendi milletvekillerini onaylamadıkları açıkladılar. Değişikliğe "he" demeyeceklerini bildirdiler.
Dolayısıyla da, muhalefet zaten külliyen karşı çıktığı için, kesin oylama tarihi olan 7 Temmuz’a kadar Nicolas Sarkozy başının çaresine baksın. Bundan sonrası bizi ilgilendirmez.
Fakat bizi ilgilendiren nokta şudur:
* * *
İŞTE, en merkezi ve en Jakoben Fransa örneğinin dahi ortaya koyduğu gibi, Türkiye’nin de mutlaka ihtiyaç duyduğunu senatonun işlevi tam buraya odaklanıyor. Bu rolü oynuyor.
Yani, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı candan destekleyerek dün bir "ákil adamlar forumu" ve "ağırbaşlılık denetimi" diye tanımladığım o senato, bir fren görevi üstleniyor.
Çünkü, kısmen "seçkin" ve "ehil" olan Fransız senatörler yukarıdaki yaklaşımla, tüm demokrasilerde mecázi anlamdaki "politikacı" yönleri ağır basan ve seçmenin fevri nabzına göre popülist şerbet veren milletvekillerine karşı, bir d-e-n-g-e unsuru oluşturmuş oluyorlar.
Nitekim, eğer aynı senato olmasaydı, köylüsünden, Hıristiyancısından, egemencisinden oy diye, gitti gider dahi gider, Fransız "politikacılar"ın tasarısı çoktan yasaya dönüşecekti.
* * *
TAM rakam bilmiyorum ama, işte o en merkezi Fransa’dan en federal ABD’ye ve en eski ulus-devlet İngiltere’den en yeni Kongo’ya, sayısız rejimde "çift kamara" uygulanıyor.
Meclise senatoyu da ekleyen bu ikili varlık hem genel yasama bünyesindeki uzlaşmayı pekiştirmek; hem de popülist fevriliği "mesafeli akılcılık"la frenlemek amacını güdüyor.
Başka bir deyişle, senatonun mevcudiyeti, kendi doğası icábı işleyiş mekanizmasında daima önemli zaaflar içeren demokrasinin mümkün mertebe sağlıklı çalışmasını hedefliyor.
* * *
TABİİ bunları söylediğim için, 1961 Anayasası’yla askerlerin getirdiği ve 1982’de yine askerlerin kaldırdığı şu 27 Mayıs senatosu türü gudubetin tekrarını savunduğum sanılmasın.
Burada kesin fikrim yok! Yelpazeyi daha berrak yansıtması için Meclis’ten farklı zamanda oylamaya gitmekten, niceliği "hafif" niteliği "ağır" senatörleri dolaylı seçimle belirlemeye, dünyada denenmiş farklı yöntemlerin hepsi tartışılabilir. Bilhassa tartışılmalıdır.
Önemli olan yegáne şey, "s-e-ç-i-l-m-i-ş seçkinler"den oluşacak ve yasamada dengesağlayacak bir "ákil adamlar forumu" vasıtasıyla, "atanmış seçkinler"den oluşan Anayasa Mahkemesi’nin zırt pırt hüküm buyurduğı bir "yargıçlar cumhuriyeti"ne set çekebilmektir!
Ve bu senatoyla mümkündür ki, zaten demokrasilere de mostralık diye konulmamıştır.