Paylaş
AB Anayasası’na "hayır" demekten küreselleşmeye beddua okumaya, niçin "çağdaş trendler"le zıtlaşan bir manzara sunuyor?
Sorunun cevabına gelmeden önce bilhassa şunu vurgulamak istiyorum.
* * *
ASLINA bakarsanız, yukarıdaki görünüm gerçeği tam anlamıyla yansıtmıyor.
Çünkü, Paris başkentli devletin zaten birleşik Avrupa’nın iki "ana mimarı"ndan birisi olması bir yana, Fransa özünde "genel eğilimler"e son derece uygun bir pratik sergiliyor.
"Anti-küreselleşmeci" sesler en çok altıgen coğrafyadan yükseliyor ama, "Renault"nun Japon "Nissan"ı satın almasından "Dexia"nın Türk "Denizbank"a ortak olmasına, söz konusu Fransa küreselleşme sürecine en az diğer AB üyeleri kadar ayak uyduryor.
Zaten de hanidir "sanayi ötesi toplum"a geçmiş bir ülke başka tutum sergileyemez.
* * *
PEKİ, "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" dedirten çelişki nereden kaynaklanıyor?
Örneğin, ultra marjinal bir köylü nüfus ve "halis Fransız danası" adına hamburgerci kundaklayan Jose Bove ismindeki sosyal faşist nasıl oluyor da böylesine ses getirebiliyor?
Oysa, o köylülük değil midir ki, bol keseden tıkındığı sübvansiyonlar ve dikenli telle sığındığı himayecilik sayesinde, küresel pazara maliyetinden çok daha ucuza ürün satıyor?
Yahut, en "sağ"ından en "sol"una, siyaset sınıfının ciddi bir bölümü niçin "anti-globalist", "anti-Avrupacı" ve tabii ki "anti-Amerikancı" lûgatle "müşteri" cezbediyor?
Oysa o sınıf ve o müşteri kitlesi değil midir ki, bir yandan uluslararası şirketlerde sahip olduğu hisse senetleri; diğer yandan da söz konusu şirketlerin yarattığı istihdam gücü sayesinde, aslında, "anti" gözüktüğü şeylerin bütün nimetlerinden yararlanıyor?
Fransa neden hem dünyaya, hem de bilhassa bizzat kendisine "Fransız kalıyor"?
* * *
BAZILARI buradaki yanıtı "derin Fransa"nın köylü ve Katolik kimliğine oturtuyor.
Hayır! Böyle bir cevap ancak kısmen ve son derece geri planda geçerli olabilir.
Amenná, toplumların kolektif hafızasındaki "derin biliçaltı" kolay kolay silinmiyor.
Tamam da, Paris başkentli ülkenin sancılarını yaşamayan ve üstelik, refah seviyesi itibariyle daha az zengin olan bir İtalya, bir İspanya veya bir Portekiz Fransa’dan daha az köylü kökene ve daha az Katolik geleneğe mi uzanıyor? Ne münabet ve tam tersine!
O halde farklı bir gerekçe aramamız gerekiyor ki, bunun adını da hemen koyalım:
"Fransız ideolojisi"!
* * *
HER ne kadar yukarıdaki deyimi genel ve elastiki bir çerçeve kullanıyor olsam dahi, "Fransız ideolojisi" derken, 1789 Devrimi’yle başlayan ve yine çok genel hatlarıyla Jakoben, merkeziyetçi ve laik bir "ulus devlet" şeması oluşturan fikir sistematiğini kastediyorum.
Burada pragmatik Anglo-Sakson "evrimcilik"le yukarıdaki "devrimcilik" arasında kıyaslama yaparak onun ya da bunun daha "iyi" (!) olduğu tartışmasına girecek değilim.
Ama şu kesin ki, hayat ve dünya değişmiş olduğu için "Fransız ideolojisi" ne o yeni hayatı açıklayacak bir formül; ne de o yeni dünyayı yönlendirebilecek bir içerik taşıyor.
İşte, Fransa’nın "Fransız kalması" da köylü ve Katolik kökenden falan değil, "derin bilinçaltı"nı hálá geçmişteki "Fransız ideolojisi"nin belirliyor olmasından kaynaklanıyor.
Ve, Türkiye’deki "Cumhuriyet ideolojisi" de aynısı ve tıpkısıyla bunun uzantısıdır.
Ah, zaptiyeleri "mûcid ülke"deki buhrana "Fransız kalmayıp", bir ders çıkartabilse!
Paylaş