Paylaş
Oysa “Yeni Şafak” yazarı tarafından öne sürülen iddianın tam tersine, Kuzey Atlantik İttifakı’nın varlığı dün olduğu gibi bugün de sonsuz meşrudur! Daha ötesi, sonsuz elzemdir!
Fakat doğru, hayata dar ufukla baktığımız ve olayları mekanik mantıkla açıkladığımız takdirde Kaplan’ın “meşruiyet sorgulaması” haklıymış gibi gözüküyor.
Eh, Duvar’ın yıkılmasından, “Kötülükler İmparatorluğu”nun çökmesinden ve Varşova Paktı’nın ilgasından; yani Batı askeri yapılanmasının sebeb-i hikmetini oluşturmuş olan tehdidin organik olarak ortadan kalkmasından sonra NATO niçin devam etsin ki?
Halbuki kazın ayağı öyle değil!
DEĞİL, çünkü her şeyden önce dünyamız 1989’dan beri hâlâ bir dönemi yaşıyor.
“Soğuk Savaş” eksenli eski statüko yıkıldı ama henüz bir yenisi oluşmadı. Oturmadı.
Son yirmi yıldır çağımızı belirleyen temel unsur istikrarsızlıktır! Bir anlamda, kaostur!
Ve bütün kaos süreçlerinde, velev ki o eski statükonun uzantısını oluştursunlar, belirli bir istikrarı sürdüren her ittifak ve her organizma nispeten “emniyet supabı” rolünü üstelenir.
Eğer onlar dahi işlevini yitirirse, örneğin tıpkı Bismarck sonrasında Almanya – Rusya antlaşması feshinin 1. Harp’e; veya tıpkı Tokyo, Roma ve Berlin’in zaten mostralık Cemiyet-i Akvam’dan çekilmesinin de 2. Savaş’a sürüklemesi gibi, kaçınılmaz arbede kapıya dayanır.
Dolayısıyla, hâlen yeryüzünde eli yüzü düzgün yegâne uluslararası kurum olan NATO yukarıdaki türden bir emniyet supabıdır ve de bunun içindir ki, varlığı meşru ve elzemdir!
ÖYLEDİR ve nitekim Doğu Avrupa ülkelerinin Sovyet çemberini kırar kırmaz ilk iş olarak Batı paktına üye olmak için kuyruğa girmeleri yukarıdaki güven arayışının tezahürüdür.
O “köhne” (!) NATO’ya, yani “bit pazarına” nur yağmasının bir sırrı vardır!
Oraya da üye olsalar dahi aynı ülkelerin AB’yi çok daha geriye atmaları ise doğaldır.
Zira bu devletler, kızıl veya değil, Kiev hanlığından beri durmadan yayılmış Rusyalar’ nın fıtratında daima Rusya kalmak içgüdüsünün yattığını bilecek kadar tarih bilincine sahiptir.
Hepsinin tecrübesi çok acı ve hepsinin hafızası çok tazedir.
Artı, söz konusu ülkeler kendisine bile hayrı dokunmayan ve Bosna’ya asker taşımak için dahi ABD’den uçak dilenen bir Avrupa’ya bel bağlayacak kadar saf ve toy da değildir.
Zaten realpolitik açıdan NATO’nun temel ve hayati işlevi o ABD’yi Yaşlı Kıta’da sabit tutabilmektir ki, Atlantik Paktı’nın varlığını bugün de meşru kılan diğer unsur işte budur.
EVET, hep tecritçiliğe meyletmiş Washington’u Avrupa’da tutabilmenin ve süper güç sorumluluğuyla elini hamura bulamasını sağlamanın tek yöntemi, onu taahhüde bağlamaktır.
NATO’nun resmen ve fiilen yaptığı şey de işte budur!
Çünkü iktisadi açıdan dev cüsseli gözükse bile siyasi – askeri açıdan bir cüce olan AB’ nin bırakın başka yerde yangın söndürecek itfaiyeye sahip olmasını, Balkan’da gördük, kendi bünyesinde ve bağrında tutuşan yangınlara dahi tulumbacı yetiştirecek hal ve mecali yoktur.
Dolayısıyla, Atlantik Paktı ABD’yi okyanusun doğu yakasına sabitlediği ölçüde, aynı ABD’nin dinamiği aynı Avrupa’yı hiç olmazsa biraz daha cevval davranmaya itmektedir.
Pentagon “senin pamuk eller de cebe” dedikçe savunma bütçeleri daha az tırpan yemektedir. “Ortadoğu sırf benim meselem mi” diye sordukça Füze Kalkanı kurulmaktadır.
Her halükarda, NATO dün olduğu kadar bugün de kesin bir meşruiyet arzetmektedir.
Yusuf Kaplan’ın “anti-Batı” saplantısından kaynaklanan ve söz konusu NATO’nun Türkiye’yi “enterne ve hadım ettiği” (!) yönündeki hezeyanına cumartesi günü değineceğim.
Paylaş