BEN, modernim. Sapına kadar modernim. Zaten de, bundan yirmi küsur yıl önce sütunumu "modern zamanlar" diye vaftiz ederken, bunu bir ukalálık olarak yapmadım.
Yukarıdaki başlık, ciddi badire ve tecrübelerden geçtikten sonra kısmen "akıl çağı"na ulaşmış; nispeten "kemále ermiş" bir insanın nihai tercihini yansıtıyordu. Hálá da yansıtıyor.
Yani, bu satırlar yazarı "aydınlanma düşüncesi" denilen ve öncesine rağmen esas olarak 18. yüzyılda teorize edilen rasyonel mantıkçılığı ve felsefi insaniyatçılığı benimsiyor. Ve malûm, bunu da çok genel anlamıyla "modernite" diye tanımlıyoruz.
* * *
OYSA, söz konusu "modernite"nin önemli zaaflar içerdiğinin de farkındayım.
"Rasyonel mantıkçılık" yaftası altında ipin uçu kaçırıldığı takdirde, işin, yukarıdaki "felsefi insaniyetçilik"in tam zıddı olan kanlı totalitarizme gittiğini ve gideceğini biliyorum.
Nitekim de, Fransız Devrimi giyotininden Bolşevik Darbesi kıyamına, böylesine "dejenere" ve "sapkın" örnekler göz çıkartıyor. Bunları kim inkár edebilir?
Zaten, yaşamakta olduğumuz şu lánetli "postmodern zamanlar"; yani her şeyi izáfi kılan ve her ahmaklığa cevaz veren şu "havaiyat çağı" bugün neden prim yapıyor ki?
Tabii ki, o sapkınlık ve dejeneresanların yarattığı hayal kırıklığından parsa topluyor. Başka bir deyişle, hálen hüküm süren "akıldışılık modası", eyvah ki eyvah, modern akılcılığının o aklı bazen peynir ekmekle yemek gafletine düşmüş olmasından yararlanıyor.
* * *
OLSUN. Bunlar son tahlilde "öz"ü değiştirmez! Benim tercihimi de değiştirmez!
Burada da az biraz, "imamın dediğini yap, yaptığını yapma" sözünden yola çıkalım. Yani, "aydınlanma" adına "karartma" uygulanmış olması, haksız yere "imam" diyeceğimiz Locke’lerin, Voltaire’lerin, Rousseau’ların "temel doğruları"nı yanlış kılmaz.
Hele hele, geçtim mum ışığını, modernitenin ruhunu asla kavrayamayan, ama meydanı boş buldukları için mangalda kül bırakmayan bizim o Şark’ta muteber "aydınlanmacılar"ınyansıttığı "karanlık" ve "zifiri" hûzmeler, söz konusu düşünceyi hiç mi hiç bağlamaz.
Nitekim, bunların kasten cımbızla seçtiği "emsál"ler de sapkınlığın tá kendisidir. O halde, buraya kadarını özetlersek şu sonuca varmamız gerekiyor.
* * *
BİR; yorumlama ve uygulamadaki kısmi yanlış ve eksiklere rağmen, insan sevgisi ve mantiki akılcılık ekseninde oluşmuş olan "aydınlanma düşüncesi", en azından bu satırlar yazarı için, gelmiş geçmiş bütün fikir ve zihin sistematikleri içinde yine en in-sa-ni olanıdır. Modernite hálá aşılmamıştır. "Genel gidişat"a da damga vurmayı sürdürmektedir.
İki; kendisine onu aşmak misyonunu vehmeden ve "akılcılık ötesi"ni meşru kılan "postmodernizm" ise aslında, aynı moderniteden peydahlanmış bir gayr-ı meşru çocuktur.
Kökenleri de bugünkü "tepki"ye (!) değil, tá Vico’ların, Herder’lerin, Maurras’ların, Spengler’lerin "geleneksel toplum"u fetiş ve insani değerleri izáfi kılan teorilerine uzanır. Dolayısıyla da, ceberrutlukları ve eşitsizlikleri "iláhi mukadderat" olarak kabullenir.
* * *
ÜÇ; Batı geleneğinden inmediğimiz içindir ki Türkiye’de "aydınlanma düşüncesi"nisahiplenmek çift taraflı bir mücadeleden geçmektedir. Kolay ve kestirme bir orta yol yoktur.
Birinci olarak, o "aydınlanma düşüncesi" adına ortaya çıkan ve dediğim gibi, aslında "öz"e tamamen zıt sapkınları vaaz eden sahte "ışıldaklar"ı prizden çekmek gerekmektedir.
Diğer yandan ise, dün değindiğim "dini muhafazakárlaşma" da dahil, rasyonaliteyi dünya sathında reddeden ve esas itibariyle yeni tür bir "kadercilik" olan şimdiki postmodern hezeyanlara karşı, özgür insanı ve onun mantıki aklını savunmak zorunluluğu dayatmaktadır
Yarın konuyu "İslami muhafazakárlaşma"nın bu postmodern boyutuna oturtacağım.