Muslukçu

AF buyurun, helá bozuldu. Daha doğrusu, bozulalı en az iki - üç yıl olmuştu.

Rezervuarın su kaçırdığını fark edince haldır haldır conta aramıştım.

Nuh-u nebiden kalma bir model olduğu için de hiçbir yerde bulamadım.

Komple değiştirmek gerekiyormuş. Ben de öylesine bıraktım.

Allah’tan, sözünü ettiğim aparat küçük tuvalette bulunuyordu.

Banyoda kullandığım ‘esas helá’ (!) var ki, arada sırada uğrayan çocuklarımı saymazsak, eh işte altı üstü tek tabanca yaşayan biriyim. Yetiyor da, artıyor bile.

Dolayısıyla, tu kaka ettiğim mıntıkayı minik bir ardiyaya dönüştürmüştüm.

Çöpe gidene kadar eski gazeteleri ve diğer ıvır zıvırı hep oraya yığıyordum.

Dediğim gibi, uzun, upuzun bir dönem hep öyle kaldı.

*

SONRA bilmiyorum, bahar mı başıma vurdu nedir, mayıs başında aniden, ‘ben burayı tamir edeceğim’ diye esiverdi.

Tabii ki ben tamir edeceğim, zira annemin yüzü suyu hürmetine tá Bağlarbaşı’lardan kalkıp validemin bu tür işlerine yetişen Dikran Usta’yı çağıracak halim yok.

Üstelik herhalde, muslukçuların istediği fiyatlar hakkında bir fikriniz vardır!

En kranta bilgisayar uzmanı koltuğunun altına İngiliz anahtarıyla ölçekli penseyi alsın, siftah edeceği paradan sonra bir daha asla bilgisayar önüne oturmaz.

Dolayısıyla, ‘cinnet yılları’ sırasında ifa etmiş olduğu bilimum ‘proleter meslekleri’ sayesinde zaten elinden bayağı bayağı iş gelen ve alet-edávat kutusu değme nalburiye mağazasına taş çıkartan kulunuz da kolları sıvamaya karar verdi.

*

NEYSE, önce ardiyayı boşalttım, ardından da binbir uğraş ve zahmetten sonra, eski tuvaleti olduğu gibi yerinden çıkartmayı başardım.

Ölçü ölçek, arkadaki duvara kadar şu kadar milim mesafe; tekrar af buyurun, kubur deliğine bu kadar kuturlu conta; vana musluğuna o kadar santimli boru, hepsini gayet itinayla teker teker not ettim ki, hataya düşmeyeyim.

Ve artık modern zamanların ‘self servis uygarlığı’nda yaşıyoruz ya, düldül otomobile atladığım gibi soluğu, hani şu PVC pencere pervazından mermer banyo lavabosuna tüm nalbur malzemelerinin sanki reyondan yüz gramlık kaşar peyniri alınıyormuş gibi tezgáhlardan seçildiği dev mağazalar var ya, işte onlardan birine gittim.

Tuvaletleri, helaları, rezervuarları, çiroz istifi gibi öyle sıra sıra dizmişler.

Elimde mezura, tekrar ölçtüm çizdim ve işi sağlam kazığa bağlamak için tezgáhtara ‘fiyat-kalite’ oranında hangisinin ehven olduğunu sordum.

Nihayetinde de, eşek ölüsü kadar ağır aparatı zar zor bagajı açık otomobile yükleyip, sen sağ ben selamet evceğizime kadar çıkarttım.

*

ÇIKARTTIM ve pırıl pırıl fayanstan yeni def-i hacet oturağım ambalajının içinden bana göz kırpıyor. Ama, açıp yerine takmaya da bir türlü gönlüm elvermiyor.

Çünkü, küçük tuvaletin yalap şalap badanası, çiğ renk çinileri ve enti püften ışıklandırması fena halde sırıtıyor.

Bu defa, kendi kendime, ‘Bir işe başladım, bari oldu olacak şunu tam yapayım da içim rahat etsin’ dedim.

*

İŞTE, o hafta sonunu, bir ertesi haftanın sonunu ve ardından da bütün mayıs ve haziran aylarının hafta sonlarını bendeniz káh elinde badana ve yağlıboya fırçasıyla, káh matkap ve tornavidayla geçirdim.

Her cumartesi sabahı nalburiye mağazasına uğrayarak yeni malzemeyi düzüyor, sonra da ya İgor Stravinski ya Miles Davis tınılarını avaz avaz açarak, bir defa daha af buyurun, tatil günlerimde ‘kenefçilikle’ uğraşıyorum.

*

BİTTİ! Evet nihayet bitti, fakat vallahi ben de bittim!

Tamam ‘cinnet yıllarım’ sayesinde ‘proleter mesleği’nde de ‘erbáb’ sayılabilirim ama, yine de bir yerden sonra insanın canına tak ediyor.

Üstelik, artık yaş kemále erdi ve vanayı sıkıştırabilmek için iki büklüm yerlerde sürünmek; fayansı milimetrik yerleştirebilmek için ağır tuvaleti yerinden oynatmak; çinilerin yağlıboya tutması için onları uzun uzun zımparalamak, beni bezdirdi.

Ancak, doğrusu iftihar etmek hakkımdır, tam bir profesyonel işi oldu.

Kelimenin tam anlamıyla, bal dök yala!

Zaten, bu defa Stravinski ve Davis notaları değil de en harcıalem ve en şıkıdım müzikleri yine sonuna kadar açıp yeni tuvaletimin üzerine sanki Şehinşah’ın tahtıymış gibi kurulduğumda; sifonu çekip ve vanaları açtığımda bir su kaçağının olmadığını gördüğümde, açıkçası, zevkten dört köşe oldum.

Ama olsun, artık bir daha muslukçuluğa da, badanacılığa da, elektrikçiliğe de heveslenmeyeceğime yemin ettim.

*

VE, yalanım varsa namerdim, küçük helánın bittiğinin tam ertesi günüydü ki, banyodaki esas tuvalet aniden mortoyu çekiverdi.

Rezervuar mı çalışmıyor falan derken contadan oluk oluk kaçak başladı.

Ortalığı tamamen su basmasın diye vanasını ‘mühürlemek’ zorunda kaldım.

Şimdi, öylesine duruyor ve dokunursam elim kırılsın!

El insaf, muslukçuluğumun da, helacılığımın da bir sınırı var?

İtfira atmayın, ‘cinnet yılları’mda ‘proleter meslekleri’ni öğrendim dediysem de, bunların arasından kenefçiliği seçtiğimi asla söylemedim.
Yazarın Tüm Yazıları