Yani, medya aracılığıyla bizlere yansıyan dış görümü kastediyorum.
Çünkü baksanıza, kısa süre öncesine kadar gazete manşetlerinde hep tepeye çıkacak; sütun yorumlarında hep çarşaf çarsaf konu olacak; televizyon yayınlarında hep tekrar tekrar ekrana gelecek haberler şimdi ‘ahval-i adiye’ addediliyor.
Yan cebimize atsak da, bazı ‘ultra olumlu’ gelişmeleri artık abartmıyoruz.
* * *
NİTEKİM, işte BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıslı Rumlara fosur fosur ateş püsküren ve Ada Türkleri’ne reva görülen tecritin kırılmasını isteyen kocca rapor hazırlamış, ceridelerimiz ‘eh amenna’ deyip, laf olsun kabilinden aktarıveriyor.
Brüksel Komisyonu Sorumlusu Günter Verheugen‘AB’nin Ankara’yla üyelik müzakerelerine başlaması kesin yükümlülüktür’ vurgulamasını yapmış, yorumcularımız ‘iyi konuşmuş canım’ diyerek iki satırla geçiştiriveriyor.
Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer Avrupa - Türkiye bütünleşmesini, Yaşlı Kıta’nın atmış yıl önce Normandiya çıkarmasıyla kurtuluşuna benzetmiş, gazetecilerimiz kısa bir ‘ağzına sağlık’ övgüsünden sonra bunu da arşive kaldırıyor.
Başbakan Erdoğan dünya ‘gidişatı’nın belirlendiği ‘G-8’ Zirvesi’ne davet edilmiş, ekran sunucuları ‘bak sen şu işe’ hayretini bile yarım ağızla ifade ediyor.
Örnekleri daha da uzatabilirim.
Ama her halükarda, ne mutlu ki, zarftaki adresi artık şişire şişire yazmıyoruz.
* * *
TABİİ ki ne mutlu, çünkü ‘mazruf’ değişti. Biz de bunun da farkındayız.
Hanidir zarfların içerisinden ne mahkeme celbi, ne tevkifat kararnamesi, ne de haciz listesi çıkıyor ya, postacıyı artık kanıksadık. Zili çaldığında ödümüz kopmuyor.
Bayram tebriği, nikah davetiyesi, yaşgünü kutlaması falan, bunlara da alıştık.
Ve, böyle bir gelişmeden daha iyi ve daha sağlıklı bir şey düşünülebilir mi?
Zaten ‘normalleşme’ dediğimiz olgu, zarfın ve mazrufun artık sıradan harflerle, ortalama puntolarla, matbu belgelerle yazılıyor olması değil mi?
Fakat, önümüzde daha epey yol olmasına rağmen buraya kolay mı geldik?
* * *
HAYIR, kolay gelmedik! Cereyana göğüs germek cesareti sayesinde ulaştık.
Ülkemiz ve medyamız; yani kamuoyu ‘normalleşene’ dek, ‘köhne kuvvet’ destekli ‘statüko zaptiyeleri’ anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdiler.
Payım var övünebilirim, ‘vatan haini’ çirkefiyle attıkları rezil iftiralara; ‘Kıbrıs satıldı’ yalanıyla düzdükleri sefil provokasyonlara; ‘AB bizi almaz’ müneccimliğiyle yorumladıkları palavra hipotezlere; ‘Batı Türkiye’yi bölmek istiyor’ atmasyonuyla uydurdukları afaki komplolara; veya, ‘şu şudur, bu budur’ listesiyle fişledikleri ‘apartheid ayırımcılıkları’na rağmen, küfre ve tehdide pabuç bırakmadan yürüdük.
Ve, ‘statüko zaptiyeleri’nin her öngörüsü fos ve her yemini sahte çıktı.
Zaten de işte kapı, işte sapı, şükür ki artık ‘dönülmez akşamın ufku’nu aştık.
* * *
EVET evet, tekrar bin şükür, bundan sonra aynı akşama dönmeyeceğiz.
Artık mukadder olan yeni şafak, yeni bir ufukta doğacak!
Demokrasinin, özgürlüğün, sivilliğin ve refahın pırıltılı ufkunda doğacak!
Aslında da, daha şimdiden doğuyor bile.
Işıltılı sabah postacısının getirdiği zarftaki ‘gönderen’ adresine iyi bakın ve mazruftaki ‘normal’ harfleri doğru okuyun, müjdeyi mutlaka siz de göreceksiniz.