Muharebeler vadisi

DOKSAN yıl önce tam bugün, burma bıyık Kayzer 2. Wilhelm’in veliaht oğlusu Kronprinz komutasındaki Prusya ve Bavyera ağır topçu bataryaları, Verdun Muharebesi’ni haber veren ilk salvo atışlarını başlatmıştı.

Kuzeydoğu Fransa’daki garnizon şehrinin adıyla anılan bu Verdun Muharebesi, malûm, 1. Cihan Harbi’nin en kanlı ve en korkunç arbedeleri arasında yer alır.

Stratejik ve taktik açıdan sıfıra sıfır, elde var sıfır bir sonuçla noktalanan Alman taarruzu ve onu izleyen Fransız karşı taarruzu on ay sonra nihayete erdiğinde, dehşet rakama lütfen çok dikkat, tarafların karşılıklı "teláfat"ı (!) yedi yüz bini aşıyordu. Dile kolay!

Ve yine dikkatinizi çekerim, sayı tüm savaşı değil yalnız tek bir muharebeyi kapsıyor.

Hatırlayalım ki, tüm cepheler dahil, İttihatçı şûrekánın imparatorluğumuzu sürüklediği aynı Harb-i Umûmi’de bizim vermiş olduğumuz askeri kayıplar bir milyona ulaşmaz.

* * *

BİLİYORUM, bu girizgáhı okuduktan sonra aşağı yukarı şöyle düşüneceksiniz:

"Anladık, 1916 Verdun’unde o kadar insan öldüyse öldü, eh n’apalım.

Allah rahmet eylesin de, bir asıra yakın bir müddet sonra ve üstelik tá Avrupalarda vukû bulmuş bir olaydan, şimdi damdan düşer gibi dem vurmanın álemi ne?

Bu, olsa olsa, Türkleri ancak dış kapının mandalı kadar ilgilendirir.

Kör müsün ki, bizim ilgilendiğimiz muharebe meydanı Kuzey Fransa’daki Meuse vadisi değil!

Biz, kahramanlar kahramanı
Polat’ımızın Alaman topçusuna da, Frenk piyadesine de taş çıkarttığı, Kuzey Irak’taki ’Kurtlar Vadisi’yle oturup kalkıyoruz.

Hadi, bırak şu Kayzer’i mayzeri de, kahramanımızın mavzer menziline gel!"

Söz, geleceğim!

* * *

GELECEĞİM
ama, kasten dolambaçlı bir yönden geleceğim.

Zaten de bundan dolayı Verdun Muharebesi’nden kapıyı açtım.

Çünkü, hem bizim ülkemiz ve ulusumuz; hem de bütün Kuzey Yarımküre insanlığı için modern tarihin temel "kırılma noktası" 1. Cihan Harbi oluşturdu.

2. Dünya Savaşı esas itibariyle onun devamı; gayrimeşrû bile değil, meşrû çocuğudur.

"Soğuk savaş" ise aynı süreç içinde bir "parantez uzantı" saymak gerekir.

Ve nitekim, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna’daki lánet suikastla başlamış olan "1. Cihan Harbi Sistemi", Berlin’de yine lánet "Duvar"ın yıkıldığı 1989 Kasım’ına dek sürdü.

Háttá ve háttá, geç başlamış bir "20. Yüzyıl" olarak algılarsak, 11 Eylül 2001’deki "İkiz Kuleler Kábusu"na kadar sürdü.

İşte bütün bunlardan dolayı da, böylesine yıldönümlerinden istifade edip, bugünü açıklayabilmek için düne; bilhassa da, o dünün şafaklarını kan renginde ağartmış bir Verdun Muharebesi’ne, bir Çanakkale Savunması’na, bir Marne Müdafaası’na tekrar dönmek gerekiyor.

* * *

BU geri dönüşü yaparken açımı salt askeri bir sahra dürbünüyle sınırlayacak değilim.

Ama kabul, Mareşal Joffre’nin Somme nehri üzerindeki kasaplığına; meczûp Enver’in Allah-ü Ekber dağları yamacındaki caniliğine veya Prens Samsonov’un Tannenberg ovası bataklığındaki intiharına değinmeden ne 1. Harp’in ürettiği efsaneler ve anti efsaneler; ne de bilhassa, o Harp ertesi tüm insanlığa damga vuran "genel sistem" tam anlamıyla açıklanabilir

Hele hele, o sistemin 1989’da, en geç 2001’de bittiğini anlamak istemediği için, hakim zihniyet itibariyle hálá "1. Cihan Harbi Şeması"nda düşünen ve bundan ötürü de, heyhat "Kurtlar Vadisi"nde dolanmayı sürdüren bir Türkiye’de daha da çok zor açıklanabilir.

Dolayısıyla, konuyu yarın da bu ikili çerçevede işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları