Monşerden çıkan cin

EĞER Başbakan’ın "monşer" kináyesine bu konuyu üç gün işleyecek kadar eleştirel bakıyorsam, sanılmasın ki, iğnelediği Hariciye bürokrasisine özel sempati besliyorum. Hayır !

Hayır ve üstelik tam tersine, söz konusu bürokrasi esas ideolojik yapısı itibariyle, benim fikir ve inançlarımın zıddındaki bir bütününü temsil eder ve ediyor.

Zaten, istisnaları tabii ki tenzih ederim, Dışişleri’nin Türkiye’deki en statükocu ve en muhafazakar iki kurumdan biri olduğuna dair görüşlerimi burada defalarca dile getirdim.

Nitekim, hepsi emekli diplomat, ne rahmetli Gündüz Aktan’ın Carl Jaspers totalitarizmini örnek vermesi; ne CHP’deki "ulusalcı" sözcü Onur Öymen’in seçim yenilgisini "halkın mantiki davranmamasıyla" (!) açıklaması; ne de Ermenilerden özür kampanyasına karşı yine emekli elçilerin anti?kampanya yürütmesi, birer tesadüf oluşturuyor.

Meslek loncası özelliği ağır basan Hariciye’miz de kendisine "devlet geleneğine" bekçilik misyonunu vehmettiğinden, değişime direniş mihraklarından birisi olarak sivriliyor.

* * *

ANCAK bütün bunlar, Başbakan’ın "monşer" iğnelemesini; háttá popülist politikacı ağzıyla, tábir caizse "belden aşağı vurmasını" haklı kılmaz ve kılamaz.

Çünkü ilkin, kendisinin "monşer nezaketine sahip olmadığını" söylemek sokağı fetheder ama, hem gerçeği yansıtmaz, hem de içinde zehirli yılan olan Pandora kutusunu açar.

Zira o nezaket, uluslararası ilişkilerin ve asırlık birikimlerin deneyinden süzülmüştür.

En az Kasımpaşa raconu kadar geçerlidir. Başka bir raconu, yani "yöntem"i oluşturur.

Ve, bu evrensel lisana her zaman ihtiyaç vardır. Hep de olacaktır. Tû kaka edilemez.

Kaldı ki, "kadife eldiven içinde çelik yumruk" deyimi boşa söylenmemiştir.

Zaten, yukarıdaki statükocu tabiatı itibariyle de Türk hariciyesi tam buna uygun düşer.

İlk baştan beri "çetin çeviz" olmak dürtüsüyle yoğrulduğundan, diplomasimizin en elzem yerlerde bile elástikiyet gösteremeyecek ölçüde tavizsiz ve katı davrandığı bir vakıadır.

Dolayısıyla, eğer eleştirecek bir yan varsa, Başbakan’ın okları doğru ve usulünde bir dil olan o diplomatik "yöntem"e değil aksine, bu kemikleşmiş "öz"e yönlendirmesi gerekir.

Üstelik ne kadar da çabuk haksızlık yapıyoruz, daha düne kadar İsrail’e kasten elçi göndermeyen ve ilişkileri maslahatgüzar seviyesinde tutan bizzat o Dışişleri değil miydi?

* * *

ÇOK daha önemlisi ve bu defa Hariciye’den tamamen bağımsız olarak, Erdoğan’ın "monşer" kináyesi, arkasında sonsuz rizikolu şeyler saklayan bir demir kapıyı araladı.

Gerçeği görelim, Başbakan’ın "Davos resti" ve onu izleyen popülist çağrışımı eğer böylesine geniş kitler nezdinde böylesine büyük prim yaptı ve yapıyorsa, bunun geri planında tabii ki, aynı oranda geniş ve aynı oranda derin bir "sosyal ruhiyat travması" yatıyor.

Yani, iki jestin yansımaları, bilinçaltı kuluçkasına yatmış arázları iyicene açığa çıkardı.

* * *

BU arázlar duruma ve konuma göre, káh Batı’ya, káh İsrail’e, káh "monşer"lere; káh dindarlara, káh laiklere yönelen; veya hepsini harmanlayan; ama her halükarda mutlaka bir "öteki"ne husumet ve düşmanlık ekseninde gizlenen, "latan" dediğimiz türden içgüdülerdir.

Uyarıldıkları, hele hele bir hükümet lideri tarafından uyarıldıkları an, 6 - 7 Eylül 1955 ’leri tekrarlarlar. Hrant Dink’leri katlederler. "Yahudiler giremez" pankartlarını çoğaltırlar.

Artı, şişeden çıkan cin, aynı "öteki" nefreti ve aynı mağduriyet duygusuyla beslenen "ulusalcılık" ve "dincilik" arasındaki çizgiyi daha da muğlak kılar. Zaten Çin seddi yoktur.

"Ergenekon"dan "El Kaide"ye atlamak veya tersini yapmak, milimlik bir meseledir.

Ortak travmalar farklı biçimde tezahür etse bile hastalar aynı kompleksten muzdariptir.

O kompleks ki, herkesin kendi ürettiği bir "monşer"e duyduğu nefrete yansımaktadır.

Oysa çare hayali "monşer"i değil, kinli "öteki" kompleksini yenmekten geçmektedir.
Yazarın Tüm Yazıları