Moda adam

Bütün hayatım boyunca ekmeği daima aslanın ağzından kapmak zorunda kaldığımdan mıdır; yoksa ebeveynlerim tarafından kundaktan itibaren öyle yetiştirildiğimden midir orasını tam çıkartamıyorum ama, her halükárda mal kıymeti bilen insan sayılırım.

Aşağıda anlatacağım, bunun da cimrilikle, hasislikle, pintilikle falan hiç alakası yok!

Tersine, ekmeği aslanın ağzından kaptığım doğrudur ama, kaptıktan sonra da onu sebil niyetine ve sonsuz gönlü bol biçimde dağıttığım daha da doğrudur.

Ben sadecene, al, boz, at ve tekrar al türü tüketim toplumu adetlerine itibar etmiyorum.

Dolayısıyla da hemen her şeyi uzun, çok uzun müddet kullanırım.

Mesela, zaten hep temizlenmiş ve boyanmış mokasenlerimi, botlarımı, potinlerimi ayakkabı dolabına istiflerken, formları bozulmasın diye içlerine bir de kalıp yerleştirim.

Yarım pençe yaptırmak ihtiyacı bile hissetmeden, haniyse bir ömür boyu giyerim.

İyi ütülenmiş pantolonlarım ise ceketlerin altına asılır. Artı, üzerlerine kılıf geçiririm.

Daha artı, mevsim başlarında ve mevsim sonlarında hepsini teker teker gardıroptan çıkartıp iyicene havalandırmak; eğer gerekiyorsa, leke bere için kuru temizleyiciye götürmek; nihayetinde de, hafiften naftalinleyerek tekrar yerleştirmek bende bir alışkanlık oluşturur.

Fakat itiraf ediyorum ki, bırakın yama yapmayı, sökük teğellemeyi, delik örmeyi falan, tek bir gömlek düğmesi dikmeyi dahi beceremediğimden, bu tür işleri ya haftada dört saat gelen yardımcı kadına havale ederim; ya da işin erbabı bir dükkándan medet umarım.

Olsun, o "mal kıymeti bilmek" dürtüsü bende bir hayat etiğine dönüşmüştür ki, bundan da hiç mi hiç şikayetçi değilim.



TRENDİ ISKALAMAK

Kabul, yukarıdaki durumun özellikle giyim-kuşam bab’ında bazı sorunlara yol açtığını; daha doğrusu, benim dışımdakiler açısından açabileceğini inkár etmiyorum.

Anladınız, "moda meselesi"ni kastettim.

Eh, benim gibi bir bleyzır ceketi yirmi yıl veya bir frenk gömleğini beş-on sene giyerseniz, o arada yırtmaçlar, yakalar, kuplar, çizgiler defalarca ve defalarca değişeceğinden, "demode" kalmayı, "in" olmamayı, "trendilik"i ıskalamayı baştan kabullenmiş sayılırsınız.

Ancak, bu, eğer o gelir geçer modaları izlemek gibi adetiniz varsa söz konusu olabilir.

Yani, sonbaharda fil paça pantolonlar çıktı diye bir koşu onu edinirseniz, paçalar ilkbaharda aniden borulaşıverince, sakil sakil ortada kalırsınız.

Yahut, külhanbey işi sivri burun pabuçlar vitrinleri doldurduğunda, ayak parmaklarınızın ister istemez can cekişeceğine aldırmadan bunlara hemen tamah ettiyseniz, ertesi yıl o burunlar salapuryaya dönüştüğünde, potinleriniz aslında hiç eskimemiş olsa bile, nasırlarınıza baka baka ne yapacağınızı düşünürsünüz.

Ama benim böyle bir sorunum yok!

Yok, çünkü bir; "mazbut aileler"in (!) bir bölümünde geçerli olduğu gibi, "ucuz alacak kadar zengin değiliz" ilkesinin kesinlik arz ettiği bir çevrede büyüdüm.

Yani, edinilecek mallarda azámi dayanıklılığa, dolayısıyla da, o malların estetiğinde mutlaka belirli bir klasisizme en baştan alıştırılmış oldum.

Daha çocukluktan itibaren harc-ı álemlikle köprüleri atmış sayılırım.

Nitekim, akranlarımın giydiği bir James Bond gocuğa veya bir Beatles yaka gömleğe içim gitmiş olsa da, bana, böylesine şeyleri sırtıma geçirmek gibi bir şans tanınmadı.

Veya, mucize kábilinden ve sonsuz nadir biçimde arzum yerine getirildi.

Ve, o zaman ebeveynlerime diş bilemiş olsam dahi, böylesine bir "rahle-i tedris"ten geçmiş olduğum için bugün onlara müteşekkirim.



DEMODE OLMAYAN MODAM VAR

Fakat yukarıdaki tablo, hatta şartlanma, modaları reddettiğim anlamına gelmiyor.

Ne münasebet! Tabii ki modalar gerekli ve zorunludur!

Çünkü "estetik kıstaslar" dediğimiz şey onlarla birlikte oluşur. Yenilenir ve dönüşür.

Zaten, Kuzey Kore hariç komünist ülke kalmadığı için şimdi bir tek orayı örnek verebiliyorum, modasız bir hayatın boğuculuğunu, yeknesáklığını, tekdüzeliğini; dolayısıyla totalitarizmin insan üzerindeki korkunç hükümranlığı hissetmek isteyenler eğer vize alabilirlerse Kim Cong İl Yoldaş’ın cehennemine şöyle bir gitsinler ki, dönüşte her halde Mahmutpaşa işportasını Paris "haute couture" kreasyonu diye baş tácı ederler.

Ancak, moda var, bir de "moda" var!

Efendim láf aramızda, bununla aslında demek istiyorum ki, yani naçizáne, bendenizin de bir "moda"sı var!

Evet evet, ne sandınız ya, o evládiyelik ayakkabılara; o naftalinli ceketlere; o istifli gömleklere; o eskimez kravatlarla rağmen benim de kendime göre ve hemen hiç "demode" olmayan bir modam var!

Ancak bunu, üretimini Çin’e kaydırdığı için şu an İngiltere’de çok ciddi bir "milli mesele" (!) haline dönüşen "Burberry" marka çerçevesinde, gelecek pazara bırakıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları