SANKİ 1923 rejimimiz tehdit altındaymış gibi son gösterilerin "Cumhuriyet mitingi" diye vaftiz edilmesini sonsuz abes buluyorum ama, bu şeklilik özü asla değiştirmez.
Yani, meydanlara toplanan kalabalıkların ezici çoğunluğu, Ece Temelkuran’ın o hariká deyimiyle, "hayatın kıvamı"nın kaçmasına karşı bir sivil tepki olarak oralara gitti.
Yine onun ifadesiyle, muhafazakárlaşma gidişatına karşı "yeter yahu" demek istedi.
Yukarıdaki ana gerçeği saptayalım ve nalıncı keseriyle, şu veya bu yöne yontmayalım.
* * *
NİTEKİM, şimdi de "web muhtıra"sı çakmış olan cihet-i askeriyenin o mitinglere katılım sağlamak için el altından seferberlik düzenlediği dedikodularını ciddiye almıyorum.
Çünkü, doğru olduğunu varsaysak dahi, yukarıdaki öz yine değişmez.
Zaten "generalden fazla generalci" olan ve kürsülere ve sloganlara damga vuran "azgın azınlıklar"ı hariç tutarsak, hiçbir "iradi itekleme", ne kalabalıkların sivil kaygı ve kimliğini; ne de onların sayısal yoğunluğunuaçıklamaya yeter.
Dolayısıyla da, tekrar evet, Tandoğan, Çağlayan ve Gündoğdu mitingleri ezici çoğunluk açısından bir "hayat tarzı" sahiplenmesine ve bir "yeter yahu" ünlemine tekabül etmektedir.
* * *
O halde, velev ki yasalara son derece riayet eden seküler ve cumhuriyetçi AKP hükümetine "hu-ku-ki" açıdan gözünün üstünde, kaşın var demek gibi hakkımız olmasın.
Gündelik hayatın hukukla sınırlanamayacağını bilmek zorunda olan iktidar partisinin yukarıdaki çok "in-sa-ni" kaygıyı görmesi ve "yeter yahu"ları ciddiye alması gerekmektedir.
Başka bir deyişle, kozmetik dahi olsa, "muhafazakár demokrat" kurumun o muhafazakárlığın dozunda yeni bir "kıvam ayarlaması"na gitmesi gündeme gelmektedir.
AKP buna muktedirdir ve yukarıdaki "hayat tarzı"nın da zaten esas itibarıyla bir "kozmetik unsurlar bütünü"nden oluştuğunu saptayacak kurmaylara sahiptir.
Ve bunu söyledikten sonra tekrar "Cumhuriyet mitingleri"ne dönersek, kullandığı abes vaftiz adına ve kürsü ve sloganları belirleyen "azgın azınlıklar"aek olarak, sivilliğe gölge düşüren diğer iki unsuru da saptamamız gerekiyor.
* * *
BUNLARDAN birincisi yine biçimsellik arz ediyor ve bayrak fetişizmini kapsıyor.
Zira her ülkede her bayrak bütün bir ulusun sembolüdür. Hiçbir siyasi, dini ve felsefi grup veya eğilimin de bayrağı kendi "tekel"indeymiş gibi sunmak hak ve seláhiyeti yoktur.
Bu tür bir tekelcilik ve teşhircilik hem "öteki"ni reddetmek, hem de "kutsalın arkasında dokunulmazlık edinmek" dürtüsünde hayat bulur. Zaten öz itibarıyla da, kaçak inşaatı yıkılmasın diye çatıya bayrak çekmek "uyanıklığıyla" tamamen paralellik arzeder.
Bayrak ayağa düşürülemeyecek bir simgedir ve nesnesiyle haz alınan bir fetiş değildir.
* * *
"CUMHURİYETmitingleri"ne ilişkin ikinci gölge ise bu kez tümüyle özü kapsıyor.
O da şu ki, katılımcıların "káhir ekseriyet"i istediği kadar sivil kaygılar dile getirsin; istediği kadar bunu da "ne şeriat, ne darbe" şiarıyla özetlesin, gösterilerin sivillikle asla alákası bulunmayan "derin egemenler"inrotasına uygun yeke tutturduğu kesin bir vakıadır.
Her halükárda da, zaten bayrak sembolizminin arkasındaaranan dokunulmazlığı bir de "iyi saatte olsunlar"ın koltukları altında pekiştirmekte ve garantiye almaktadır.
Dolayısıyla, hayır, yukarıda belirttiğim gibi cihet-i askeriyenin katılım seferberliği düzenlediği türünden komplo teorilerine hiç tınmıyorum ama, eğer mitingler aynı cihet-i askeriyenin muhtıra dayatmasıyla zamanda ve talepte koşutluk arz ediyorsa, eh orada istop!
Yani, AKP iktidarıyla tıpkı "hayat kıvamı"nın kaçmasındaki gibi, bu defa da sivil seferberlikte "süngü kıvamı"nın kaçmasından dolayı istop ki, ben her ikisinde de yokum.