Paylaş
Ayriyeten de, söz konusu savunma örgütünün Türkiye’yi “hadım ve enterne etmek” için kasten kendi bünyesine üye olarak kattığı gibi inanılmaz bir hezeyanı daha dile getirdi.
Artı, aynı üyelikte “İngiliz komplosu” keşfettikten sonra Londra’nın bunu sağlamakla Türklerin “yeni bir medeniyet sıçraması yapmasını engellemek” hedefini güttüğünü yazdı.
BUNLARIN hepsi, ama hepsi baştan sona kadar gerçek dışıdır! Uydurmasyondur!
“Yeni Şafak” gazetesi yazarı ya yakın tarihi hiç bilmemektedir, ya da daha vahimi, bildiği halde yukarıdaki Batı düşmanlığı hastalığından dolayı onu göz göre tahrif etmektedir!
Hangi birinden başlayayım?
NATO’nun inşasındaki dünya konjonktürünü ve hem dün, hem bugün niçin meşruluk arzettiğini önceki iki yazıda özetlediğime göre şu Ankara’nın üyeliği meselesine geleyim.
HAYIR, o NATO Türkiye’yi “hadım ve enterne etmek için” bünyeye almadı!
Bırakın Kaplan’ın dile getirdiği hezeyanı, tam tersine, söz konusu Pakt’a üyelik çok zor bir süreçte ve sırf talepkâr Ankara’nın bitip tükenmez ısrarları sayesinde gerçekleşebildi.
Asla ve asla hiç kimse buyur etmedi. Aksine, “git, git” diye hep kışkışlama yapıldı.
Çünkü Washington ve Londra 1945 Temmuzundaki Potsdam Zirvesi’nde Stalin’in Türk Boğazlarına ilişkin taleplerini “makul” karşıladılar. Kesin kararı da ertelediler.
Ancak neden sonra, yani talebin tehdide dönüşmesi ve Yunan iç savaşının kızışması ertesindedir ki ABD lideri Truman bu iki ülkeyi kaderiyle baş başa bırakmamak kararı aldı.
Ama buna rağmen Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’ın yoğun çabaları para etmedi.
Nisan 1949’da kurulan NATO’ya girmek için yapılan tüm Türk girişimleri reddedildi.
ÖTE yandan “Yeni Şafak” yazarının söylediğinin yine tam aksine, Ankara üyeliğine en çok karşı çıkan ve hatta İttifak bünyesinde ilk vetoyu kullanan devlet Büyük Britanya oldu!
O zamanki İngiltere tıpkı bugünkü AB gibi Türkiye’ye “fasulyeden” bir rol biçiyordu.
Ankara’nın, kurulmasını umduğu bir “Doğu Akdeniz Paktı”yla yetinmesini istiyordu.
CHP’nin “Atlantikçilik”ini aynen sürdüren DP iktidarı ve Fuat Köprülü Kore’ye asker göndermeyi kabullendikten sonradır ki, ABD baskısı ertesinde Londra Dışişleri Bakanı Morrison 18 Temmuz 1951’deki Avam Kaması oturumunda vetonun kaldırıldığını açıkladı.
Türkiye’nin aynı yılın Eylül’ünde nihayet kabul edilmesi işte ancak böyle gerçekleşti.
İMDİİ, ee hani “İngiliz parmağı” (!) ve Yusuf Kaplan’ın hezeyanıyla, Türkiye’nin “yeni bir medeniyet sıçraması yapmasını engellemek” için kurgulanmış Londra kumpası?
İşte tarih, nerede aynı Türkiye’yi “hadım ve enterne etmek” için kurulmuş tezgâh?
“Aman beni al” diye yalvarmış taraf sensin, fakat şimdi kalkıp “benim güçlenmemi önlemek için kasten bünyeye kattılar” diye komplo teorisi uyduruyorsun ki, artık yetti!
EVET evet, her ikisi de travmatik Batı nefretinden muzdarip olan “laikçi ulusalcılar” la Kaplan gibi “İslamcı ulusalcılar”ın ortak temelde tarihi tahrif ve tersyüz etmeleri yetti!
Dün olduğu gibi bugün de realpolitik açıdan meşruiyet arzeden NATO’yu “insanlığın önündeki en büyük tehdit” diye sunmak artık kabak tadı veriyor. Minare de kılıfa sığmıyor.
Ve şu kesin, “insanlığın önündeki” hamasetini geçelim ama daha mütevazı deyişle, mantıki düşüncenin, nesnel tahlilin ve entelektüel ahlakın önündeki en büyük tehdidi işte bu nefret içgüdüsü ve onun kamçıladığı tahrifatçılık ve komploculuk zihniyeti oluşturuyor.
Paylaş