Paylaş
Seni çok seviyorum, dudaklarından ısırırım’. Cep telefonuma aldığım ilk yazılı mesaj yukarıdaki cümleyi içeriyordu.
Canıma minnet, kanatılırcasına dahi olsa dudaklarımın ısırılmasına tabii ki itirazım yoksa ama, beni kim sevebilir ki ? Bu hiç mümkün olabilir mi ?
Üstelik, delicesine... Altında imza da bulunmuyor...
Hayırdır inşallah !
* * *
BEN ‘yeni teknoloji’lerden hiç anlamam, bu işlerin erbabı bir arkadaşıma mesajı kimin gönderdiğini öğrenmenin mümkün olup olmadığını sordum.
Meğer çok basitmiş... Aparatla şöyle bir oynadı, hangi numaranın bana ne zaman ilan-ı aşk etmiş olduğu ekranda derhal beliriverdi.
Fakat söz konusu numarayı hiç tanımıyorum. Sarı çizmeli Memet Ağa...
Neyse, heyecanla o rakamları tuşladım ki, incecik bir kız sesi cevap verdi. Kendimi tanıttım ve yukarıdaki mesajı aldığımı belirttim.
Kızcağız şaşırdı, kem küm etti ve sevgilisine gönderdiği ihtiras cümlesinin herhalde yanlışlıkla bana düştüğünü belirtti. Özürler diledi.
Naçar, dudaklarımın ısırılmamasından duyduğum sonsuz hayal kırıklığına rağmen önemi olmadığını söyledim ve iyi günler dileyerek konuşmayı noktaladım.
Cep telefonlarının yazılı mesajlarıyla işte böyle tanıştım.
Sosyal trendler beni çok ilgilendirir, ardından da bayağı merak sardım.
* * *
MEĞER, ‘kısa mesaj servisi’nin İngilizce karşılığı ‘Short Message Service’ nin baş harflerinden türetilmiş olan ‘SMS’ yazışmaları cep telefonu şebekesinin bulunduğu bütün ülkelerde müthiş bir toplumsal salgına dönüşmüş.
Öyle ki, 1999 Mart'ında toplam bir buçuk milyar ‘SMS’ gönderilmişken, bu sayı 2000 yılı Aralık'ında on beş milyar gibi inanılmaz bir rakama ulaşmış.
Mesaj iletmek normal konuşmadan çok daha ucuza geldiği için de, babalar durmadan çocuklarının laklak faturasını ödeyecek değil ya, başta ‘teenager’ denilen 10 - 20 yaş grubu, hizmeti en çok genç kesim insanları kullanıyormuş.
Üstelik onların klavyedeki mikroskopik harfleri çıkartmak için gözlüğe falan ihtiyacı yok... Arkadaşlara gırgırlı fıkra, yavuklulara salyalı buse, ebeveynlere yalap şalap selam, tak - tak - tak, mesajı şıp diye tuşluyorlar.
Ve de öğrendim ki, hem vakit kaybetmemek, hem de yüz altmış harflik sınırı aşmamak için kelimelerin ya yine harflerle kısaltıldığı, ya da noktalama işaretleriyle anlamlandırıldığı özel bir şifreleme oluşturmuşlar.
Örneğin ‘jam’, ‘just a minute’nin ‘az biraz bekle’sine tekabül ediyor.
‘:-)’ işareti ise ‘gülümsedim’; ikinci parentezi ekleyip ‘:-))’ yapınca ‘güldüm’; üçüncü parantezli ‘:-)))’ de ‘kahkahayla güldüm’ anlamına oluyor...
* * *
BİZİM gençliğimiz hiç Anglo Saksonların gerisine düşer ve Shakespeare lisanı karşısında Türkçeyi feda eder mi ?
Nitekim, Garo'nun yeğeni ve Taksim'in canım ciğerim prensesi ‘acaiipp’ İren bana kendi lugat sırlarını ifşa etti...
‘Mesaj atarken’ (!) ‘naber’ için ‘nbr’; ‘cevap’ için ‘cvp’; ‘kızım’ için ‘kzm’, ‘salak’ için ‘slk’ harflerini kaydetmek yeterlidir ve de ola ki gaflete düşüp ‘istiyorum’, ‘seviyorsun’ veya ‘geliyor musun’ yazılmaya !
Zahir, dijital ekranlı cep telefonuyla da olsa, Beyoğlu çocuklarımız 19. yüzyılın Rus ‘Narodnik’leri gibi ‘halka doğru’ gitmeye karar vermişler.
Dolayısıyla, Anadolu ağzıyla ‘istiyom’, ‘seviyon’, ‘geliyon mu’ kullanmak gereklidir...
* * *
NEYSE, işte toplumsal trendi inceledim ve teorik olarak ‘SMS’i öğrendim.
Üstelik, kızım ve oğullarım da bana ‘mesaj atmaya’ (!) başladıklarından ve bunun arkasında aslında, ‘baba, kartta kredi bitti. Sesli konuşmamızı istiyorsan papel sulan da yenisini alalım’ çağrışımın olduğu gerçeği kafama dank ettiğinden, bilgimi pratik olarak da geliştirmiş oldum.
Artık nasıl okunur, nasıl yazılır, nasıl gönderilir, iyicene biliyorum.
Fakat sorunun özü değişmiyor ki... İşte bir defa, o da yanlışlıkla gelmiş ‘seni seviyorum, dudaklarından ısırırım’ cümlesini okudum, oldu olacağı o...
Oysa dudaklarım turp gibi ve hiç acımıyor, çünkü menüyü çevir Allah çevir, telefonun ‘SMS’ ekranı bomboş... Ne seven, ne öpen, ne de ısıran var...
Kaldı ki, öğrenmiş olsam bile elim hala alışmadı, kimselere mesaj gönderdiğim falan yok. İşte arada sırada ‘alo’ diyorum, o kadar...
Sonra, duygusal aşklardan ziyade tensel arzuların hükmettiği bir gecenin sabahıydı ve çarşafa miras kokulardan başka yanımda artık kimse kalmamıştı.
O zaman, biraz önce orada olanı tekrar hatırladım ve mutlaka ‘mesaj atmak’ (!) istedim. Ama ne yazabilirim ?
Her halde ‘seni seviyorum’ gibisinden korkunç bir palavrasyon olamaz.
‘Poponu şaplaklarım’ türü bir cümle ise arzu gecesine rağmen bayağı kaçar.
Aklıma, Paul Eluard'ın iki satırlık müthiş şiiri geldi.
Gözlüğümü taktım ve mikroskopik harfleri zar zor tuşlayarak ‘Tek bir okşamayla / pırıl pırıl ışıldattım seni’ diye yazdım. Hemen gönderdim.
Üç - beş dakika geçti, cep telefonum ‘SMS’ alındığı sinyalini verdi.
Ekranı okudum, ‘aman söndür’ yazıyordu...
Paylaş