Merhamet çocukları

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Merhamet ne güzel bir duygudur... Hem sonsuz insanidir, hem de bizi ilahi şeylere götürür. Kişiyi biraz metafizikle bütünleştirir.

Zaten, ‘Rahm’den inen sözcüğün bütün semavi dinlerde karşılığı vardır.

Musevi, İsevi veya Muhammedi, kelime inanç lugatinde çok önemli yer tutar.

Her halükarda, merhamet bizi insancıl kılar ve ‘Rahim’ olana yaklaştırır.

* * *

İTİRAF ediyorum ki, yirmi-otuz yaş arasında merhametten yoksundum. Daha doğrusu, yaşadığım ‘cinnet yıllarında’ bu hissiyatımı kendimden bile gizledim.

İşte 1848 sonrası Marx'ının kalıpçı yazıları; işte Lenin'in ‘acımak, acıyı pekiştirir’ düsturu; işte cahil şarkıcının ‘balta bile’ sloganı, ben de salak bir ezberci olarak ‘kurtuluş’un bireysel değil kolektif olacağına inandım.

Merhamet duyarlılığımı prangaya vurdum ve soğuk bir mantıkçılığa kapandım.

Düşküne bir tekme de ben atabilirdim ki, düşkün hınçla ayağa kalksın...

Düşküne bir yumruk da ben savurabilirdim ki, düşkün intikam alsın...

Yalanım yok, benim böylesine bir parkura yönelmemde esas çıkış noktasını oluşturmuş olan insani ve ilahi merhamet hissiyatını on yıl boyu iğdiş ettim.

* * *

OTUZ yaşına gelmiş ve ‘cinnet yıllarıyla’ hesaplaşma dönemime girmiştim, Karaköy'de Kadıköy vapurundan indiğim bir öğlen vakti, tam karşıda, ilkokul çağında ve her halinden müthiş yoksulluk ve dehşet açlık fışkıran bir çocuk tavuk kebapçısının vitrininde dönen piliçlere kaldırım tarafından bakıyordu.

Bakmıyordu, camekân ötesinden lades kemiğini bile gözleriyle sıyırıyordu.

Derhal çocuğun elinden tutup içeri girdim. ‘İstediği kadar yiyecek, iki tane de götürecek’ dedim, kasaya parayı attım ve koşar adım dışarı kaçtım.

Başlarım Marx'ın kitabından, başlarım Lenin'in düsturundan, başlarım şarkıcının sloganından, benim için o an o çocuğun o tavuğu yiyebilmesinden daha önemli, daha insani ve daha ilahi bir şey yoktu. Olmaması gerekirdi de...

Şükür, ‘cinnet yılları’ ertesinde merhametle ve kendimle tekrar barıştım.

* * *

BUNLARI yazıyorum, zira biliyorsunuz Karaköy İskelesi karşısındaki tavukçu camekânı önünde yalanan çocuklarımızın sayısı ne bir, ne yüz, ne de bin...

Heyhat, bizim ‘merhamet çocuklarımız’ belki onbinlerce, belki milyonlarca.

Bazen İstiklal Caddesi bankamatiklerinden para çekerken, uzak ve mahsun bize bakıyorlar. Bazen Aksaray'da ayakkabımızı boyamak için peşimizi kovalıyorlar.

En çok da yaşadığımız ‘otomobil uygarlığı’nın kavşaklarını tutuyorlar.

İzmit'e gelirken ilkin denizi değil otobüs uğraklarının pişmaniyeci çocuklarını görüyoruz. Ardından otoyol gişesinde mendilci oluyorlar. Köprüde simit satıyorlar. Dolmabahçe'den Beşiktaş'a döndüğümüzde de tiner kokluyorlar.

Sonra, ‘Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın o dehşet insancıl spotundaki gibi, her kırmızı ışıkta ‘otomobil uygarlığı’mızın camlarını parlatıyorlar.

Bizim ‘merhamet çocuklarımız’, onları yaşatamadığımız bir çocukluğun karşılığında bizden hiç olmassa insani ve ilahi bir merhamet bekliyorlar.

* * *

MERHAMET ne güzel bir duygudur... Hem sonsuz insanidir, hem de ilahi şeylere götürür. Bizi kendimizle barıştırır ve ‘Rahim’ olana yaklaştırır.

Derim ki, atla deve değil, ‘Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na bağışlayacağımız iki kuruşla iki ‘merhamet çocuğumuzu’ ‘otomobil uygarlığı’nın korkunç medeniyetsizliğinden belki biraz uzaklaştırabiliriz.

Onları kavşaktan, egzozdan, güderiden, tinerden bir nebze kurtarabiliriz.

Hamiyetli davranıp ‘merhamet çocuklarımızın’ yarasına merhem basabiliriz.

İnsaniliğimizin kendimize aynası, ‘merhamet çocuklarına’ merhamet !

Yazarın Tüm Yazıları