Memleketlim

YAZIK ki başlığı unuttum, Fürüzan o insancıllık romanlarından birisinde İstanbul ruhiyatını, üç aşağı, beş yukarı, beynime kazınmış olan şu harikuláde tasvirle satıra düşer:

"Onlar, asker trenleri taşra istasyonlarda makas değiştirirken vagondan sarkıp, diğerleri gibi karşı tren neferlerine ’Sivaslı var mı’, ’Yozgatlı var mı’ diye bağırmazlar."

Öyledir. Hep de öyle oldu. Biçáre anneler "Kışlanın önünde Redif sesi var / Acep çantasında nesi var" şarkısını söylese bile, onların Yedi Tepeli şehir evlátları ne seferberlik, ne de muhacirlik trenlerinde "Vefalı var mı", "Kadırgalı var mı" diye haykırmazlar.

Her dünyaya "hemşeri" İstanbul çocukları ufku "memleketli" suruna hapsetmezler.

* * *

FÜRÜZAN’ın yukarıdaki emsálsiz tasvirini, "Zaman" gazetesinin Avrupa baskısında Strasbourg ve Düsseldorf mahreçli olarak yayınlanan bir haberden dolayı hatırladım.

"Hemşericilik revaçta" başlığını taşıyan bu haber, söz konusu Fransız ve Alman kentlerinde yaşayan Türklerin, kendi köken yöreler için "dayanışma dernekleri" kurmak dahil, esas olarak "memleketçilik" ekseninde birleştiği temasını işliyordu.

Biliyorum, sırf orada değil Yaşlı Kıta’daki tüm "gurbetçiler" için aynı şey geçerlidir.

Zaten otuz yıl önce Brüksel’de, Emirdağlı göçmenlerin semti ortak fakat sokakları filanca veya falanca köye göre kasten ayrılmış ev seçtiklerini kendi gözlemlerimle yaşadım.

Tüm Avrupa’da kahvelerin, bakkalların, çakkalların aynı tür olduğunu ise geçiyorum.

Yani "dış göç", büyük kentlerimizde "iç göç"ün kurduğu "hemşericilik" şemasını biraz daha "mikrokosmos" olmak kaydıyla, Türkiye haricinde de inşa ediyor ve sürdürüyor.

* * *

BUNU sadece ve sadece bir "i-l-k" aşama için doğal addedebiliriz.

Tabii buradaki temel unsuru, köylülüğü diğer tüm katmanlarından çok daha fazla belirleyen "öteki" korku ve endişesi oluşturuyor. Toprak adamının şüpheciliğini de ekleyin.

Ama yine de, "meçhul"de "bildik"i aramak genel bir insani içgüdüdür.

Háttá ötesi, nebatiyattan hayvanata, tüm canlıların varoluş ve korunma refleksidir.

O halde, Fürüzan’ın trenlerinde "Sivaslı var mı" diye bağıran taşralılık; Agop Abi’nin "Ermeninin Ermenistanlısıdan, Rumun Yunanistanlısından sıvış" diyen Kumkapılılık ruhiyatlarını ve onların ürettiği "hemşerilik"i bir yere kadar "normal" saymak gerekiyor.

* * *

ANCAK, zamanda ve mekánda belirli bir sınır aşıldıktan; daha açıkçası, "bardak taştıktan" sonra, o "memleketçilik" ve "hemşericilik" içgüdüsü dehşet kabusa dönüşüyor.

"Öteki" korkusuyle hep bir "ben"i arıyor kalmak, insanı ve toplumu duragan kılıyor.

Tabii en önce de, "memleketlilik" gütmekte olanların kendilerini "taşlaştırıyor".

Coğrafi ve sosyolojik evrim gerçekleşmediğinden, "uyum" istop ediyor.

Daha beteri, köylü hayat tarzından kasabalı değer skalasına, onlardaki bu "taşlaşma", varlıklarını empoze ettikleri tüm insan grubunu frenliyor. Patinaj yaptırtıyor. Geri götürüyor.

Ve, Strasbourg’u ve Düsseldorf’u zaten geçelim. Bizzat yerli metropol kentlerimizde, inşaat ve parking mafyalarının "hemşeri dayanışması"ndan (!); gecekondu mahallelerinde falan değil en "şık" semtlerdeki "yöresel yerleşim"e, "mekán sınırı" her yanda aşıldı. Taştı.

"Zaman sınırı"
na gelince de, iç ve dış göç başlayalı yarım yüzyıl bitmiş ve "gurbet" te (!) doğmuş bilmem kaçıncı kuşakların bile kılları ağarmışken, hálá "şuralıyım, buralım" teránesiyle patolojik bir "sıla" (!) ufuksuzluğunu sürdürüyorsanız, eh, insaf ve de pes!

* * *

OYSA, Fürüzan’ın çufçuf lokomotifli asker treni değil ama hayatın ultra hızlı ekspres treni, vagondaki her hangi bir "öteki"nin "nereli" olduğundan ürkmeyen yolcular taşıyor.

Ve "hem-şe-rim", kalkmaktadır, bu tren "evrensel memleketli" menziline vardırıyor.
Yazarın Tüm Yazıları