"EVLİ evine, köylü köyüne"! Veya, "İslam mahallesinde salyangoz satılmaz"!
Belki basit gelecek ama, kolektif hafızamıza nakşedilmiş olan ve her dilde benzerleri bulunan yukarıdaki cinsten sözler, aslında bir "medeniyetler çatışması" yansıtıyorlar.
Uzun ve bilgiç teorilere başvurmaksızın, insanların bilinçaltını ele veriyorlar.
En azından, son tahlilde bir kültür yumağı bileşkesinden oluşan farklı hayat tarzları arasında beşeri ve coğrafi bir sınır çiziyor; moda deyimle, "ötekileşme"yi dışa vuruyorlar.
*
ZATEN işin esasına bakarsanız, "uygarlık" dediğimiz soyut olgu nedir ki?
Klandan, kabileden, aşiretten itibaren başgösteren ayrışmaların bir müddet sonra madden ve manen kurumsallaşmasından ve yerleşikleşmesinden başka bir şey değildir!
Dolayısıyla, cuma günü vefat eden Samuel Huntington’un teoriye dönüştürdüğü "medeniyetler çatışması" tezi, aslında bir "mevcudu saptamak" anlamına geliyor.
Onun temel katkısı da o "mevcut"u bugün açısından tahlil etmekle sınırlı kalıyor.
Ve tabii bu takdirde de, Huntington’u, iki gündür sözünü ettiğim ve Batı düşüncesinde çok önemli bir yer tutan "karşı devrimci" fikir geleneği çerçevesine oturtmak gerekiyor.
Peki, neden "karşı devrimci"?
*
"KARŞI devrimci", çünkü Fransız Devrimi’yle pratik zirvesine ulaşan "aydınlanma düşüncesi",yukarıdakinin tersine, bir "medeniyetler uzlaşması" projesi üzerine kuruludur.
Zaten ev-ren-sel-lik iddiası da buradan kaynaklanır!
Ne var ki, söz konusu "evrensellik"in özünde Batı medeniyetini ve onun değerlerini kıstas aldığı; dolayısıyla da aslında bariz bir "yerellik" içerdiği kesin vakıadır.
İşte, bu olguyu tá başından beri saptayan ve yine dün belirttiğim gibi, 17. yüzyıl Vico’sundan 20. asır Spengler’ine uzanan bir dizi "karşı devrimci" felsefe, din ve siyaset adamı, özet olarak, "medeniyetler çatışması"nın durdurulamayacağı temasını işlemişlerdir.
Israrla, "uygarlık" denilen sonsuz çetrefil birikimin, ruhani inançlar başta, çok geniş ve çok uzun bir zaman süresine yayılan parametreler etrafında oluştuğunu vurgulamışlardır.
Dolayısıyla da, iradi ve müdahil bir "evrenselleşeme"yihayalcilik addetmişlerdir.
Üstelik, sömürgeciliği bile "vahşilere medeniyet götürmek" (!) adına sahiplenen ve savunan pek çok "aydınlanma taraftarı"nın aksine, bu tür "anti" düşünürler, diğer mevcut uygarlıkların da en az Batı’nınki kadar "şayan-ı takdir" olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Başka bir deyişle, "sol intelligentsia" tarafından yapıştırılan "gerici" (!), "sağcı" (!), muhafazakár etiketlerine rağmen, "karşı devrimci fikir geleneği"inin takipçileri aslında, özünde modern bir kavram olan ırkçılığa da bulaşmamışlardır. En fazla, teğet geçmişlerdir.
Ve işte bütün bunlar, Huntington’un "medeniyetler çatışması" tezinde de yer alıyor.
*
ÖYLE, zirageleneksel "karşı devrimci" ekolesadık olan ABD’li siyasetbilimciBatı medeniyetini sahipleniyor ama, bunu diğerleri için de evrenselkılmak iddiasını taşımıyor.
Aksine, farklı uygarlıklar da çok köklü ve güçlü bir birikimden süzüldükleri için, yukarıdaki türden "işgüzarlık"ların onlarda tepki ve direniş yarattığını söylüyor.
Üstelik, o uygarlıkların esas olarak, modernitenin sırf teknolojik boyutunu almakla yetindiğini saptıyor. Bu yeni "silah"ı da bizzat Batı’ya çevirecekleri rizikosuna işaret ediyor.
Yani "medeniyetler çatışması"nı, "ben böyleyim ve, o öyle! Bu, sonsuz doğaldır! Ama zinhar, ben onu da ’ben’ kıldığımı sanmak gafletine düşmeyeyim. İmkánsızdır! Herhalükarda, ben de kendi ’ben’imi ona karşı korumak zorundayım" diye formüle ediyor.
İşte, kısmi doğruları ve kısmi yanlışlarıyla birlikte kısaca özetlediğim bu hayati tez, "medeniyetler çatışması"nın artık göz çıkarttığı şu 21. yüzyılda daha çok tartışılacak.