AMERİKALI siyasetbilimci Samuel Huntington haftasonu vefat ettiği için, dünkü yazımı, onun büyük tartışma yaratan "medeniyetler çatışması" tezine ayırmıştım.
Buradan hareketle de, Harvard’lı profesör tarafından geliştirilen bu tezin aslında, Batı düşüncesinde hayati bir yer tutan "karşı devrimci" gelenekten süzüldüğünü söylemiştim.
Söz konusu geleneğin öncülerine örnek olarak da 18. yüzyılın Vico’ları, Herder’leri, Maistre’leri veya 20. asrın Spengler’leri, Maurras’ları, Sombart’larıgibi, káh "gerici" (!), káh "muhafazakar"(!), káh "sağcı" (!) damgası yemiş filozof ve düşünürlerini saymıştım.
O halde, önce burada biraz duralım.
***
DURALIM, çünkü dünya entelektüel hayatında ve lûgatinde hanidir ve hanidir "sol intelligentsia"nın borusu ötüyor. "İlerici" kıstaslar yegane "mutlak referans" addediliyor.
Dolayısıyla da, yukarıdaki şahsiyetlerin sırtlarına yapıştırılmış olan bu "gerici", bu "muhafazakar",bu sağcı" yaftaları, daha ilk andan itibaren onları "şüpheli" (!) kılıyor.
Tu kaka edilmelerine, en azından, "ikinci plana" atılmalarına yol açıyor.
Oysa hiç şüphesiz ki, yeryüzünde ve Türkiye’de, aralarına tabii ki Huntington’un da dahil olduğu sonsuz önemli bir "sağ intelligentia" daima mevcut oldu. Daima da olacak.
Bunu es geçmek ve "entellokrat" denilen şu şımarık Paris aydınlarının yaptığı gibi, "solcu Sartre’yle yanılmak, sağcı Aron’la haklı çıkmaktan evládır" diye ahkám kesmek, asla, Amerikalı siyasetbilimcinin de çok ciddi katkılarda bulunduğu o "karşı devrimci" fikir birikiminin önemini ortadan kaldırmaz ve kaldıramaz.
***
DÜN belirttiğim gibi, yukarıda "karşı devrimci" derken, 18. yüzyılın "aydınlanma düşüncesi"ni çarpıtarak ikonlaştıran 1789 Devrimi’ne; dolayısıyla da, onun yarattığı modernistdinamiğeeleştiren bakan veya açıkça karşı çıkan fikirler bütününü kastediyorum.
Tabii burada "modern" sözcüğü devreye girdiği için, onun o "karşı"sına ulaşmamız için de "gelenek" kelimesine başvurmamız gerekiyor. Daha doğrusu, sosyolojik bağlamdaki uzantısını tanımlayan "geleneksel toplum" deyimini kullanmamız icáb ediyor.
Nitekim, tá en yukarıdaki 17. yüzyıl sonu Gianbattista Vico’sundan başlayın; oradan 20. asır başı Alman "muhafazakar devrimcilik"ine idelog Oswald Spengler’e uzanın; ve nihayet bugünün "medeniyetler çatışması" teorisyeni Samuel Huntington’a gelin, aralarındaki bütün fark ve nüanslara rağmen bu "karşı devrimciler"in (!) birleştiği ortak noktayı, "modern toplum- geleneksel toplum" çelişkisine yapılan vurgulama oluşturur.
***
FAKAT dikkat, bunların hepsi birden illá "azılı modernite düşmanı" falan değildir!
Aksine, örneğin diğer bir "muhafazakar devrimci teorisyen Ernst Jünger, modern mekaniği geleneksel değerlerle harmanlayarak, bir üst aşamaya sıçramak iradeciliğini yansıtır.
Fakat, tıpkı Huntigton gibi, "karşı devrimci fikir geleneği"nin tüm öncüleri, döne döne ve üstüne basa, modern toplumun mutlak evrensellik "ta-şı-MA-dı-ğı-nı ifade ederler.
Dolayısıyla da, onların esas anlaştığı noktayı şu şekide şematize etmeniz gerekir:
Din dahil, sonsuz uzun ve sonsuz farklı bir tarihi, beşeri ve kültürel kimlikten inen değişik yeryüzü uygarlıklarından, "modernite"yi benimsemeleri beklenemez ve istenemez!
İstenemez, zira o modernite yukarıdaki düşünürlerden kimine göre Hıristiyan, kimine göre anti-Hıristiyan olsa dahi yine de, son tahlide, zamanda mekánda sınırlı bir Batı’ya aittir.
Ve, evet "istenemez", zaten bunu söyledikleri içindir ki de, Samuel Huntington dahil, söz konusu "karşı devrimci" düşünürler aslında ne ırkçı, ne de "Batı merkezci"dirler.
Neden öyle olmadıklarını ve "uygarlıklar çatışması" tezinin özünde nesnel bir "durum tesbiti" ve medeni bir "korunma refleksi" anlamına geldiğini yarına bırakıyorum.