Medeniyetler çatışması (I)

HER şeyden önce, cuma günü ölen Amerikalı siyasetbilimci Samuel Huntington’un, hálen yaşamakta olduğumuz şu "aman ayıp kaçmasın çağı"ndaki (!) riyakar ve sahtekar "terbiye" (!) kodlarına pes etmemek cesaretini gösterdiğini kabullenmemiz gerekiyor.

Sorunu "Medeniyetler Çatışması" diye dobra dobra vaftiz eden ilk şahsiyet o oldu.

Dolayısıyla, tezi doğrudur veya yanlıştır şimdilik konuya girmiyorum ama, "kral çıplak" diyen bu entelektüel namus için kendisine şükran ve rahmet borçluyuz.

Ancak, buradan itibaren hemen şunu eklemek gerekiyor.

***

HUNTİNGTON, 21. asır başlangıcına damga vuran yukarıdaki tezin mucidi değildir.

Geliştirmiş olduğu teoriyi kavramak için epey epey geçmişe uzanmak gerekir.

Artık fazlasıyla zaman aşımına uğradığı için, üç aşağı ? beş yukarı aynı savı işlemiş olan bazı Ortaçağ skolastiklerine; háttá ve háttá, tá Antik Çağ’dan beri Med ve Helen uygarlıklarının uyuşamazlığını vurgulamış olan Kádim Yunan flozoflarına dek çıkmayalım.

Ancak, en başlangıcı dahil, "modern zamanlar"ı görmezlikten gelemeyiz.

***

GELEMEYİZ ve örneğin, her üçü de rasyonel akılcılığın ve evrensel hümanizmanın uygulamadaki imkansızlığına karşı tezler geliştirmiş olan İtalyan Giambattista Vico’yu, Alman Johann von Herder’i veya Fransız Joseph de Maistre’yi unutamayız.

Bunların hepsi de bütün bir 18. yüzyıl boyunca, Amerikalı felsefecinin iki küsur asır sonra tekrarlayacağı fikirleri ana hatlarıyla, daha o zamanlar teorize etmişlerdi.

Artı, yukarıdaki isimlere mutlaka, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde itibaren geçerli olmak üzere, başta "Batı’nın Çöküşü" kitabının yazarı Oswald Spengler ve "Tacirler ve Kahramanlar" denemesinin müellifi Werner Sombart olmak üzere, yine Alman "muhafazakar devrimci" hareketinin öncülerini de eklemek gerekir.

Háttá, henüz adı konmamış bir faşizmin ilk teorisyeni olan ve bütün Avrupa aşırı sağına damga vuran Fransız Charles Maurras yer almassa, liste eksik kalmış olur.

O halde rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Samuel Huntington aslında, Batı düşüncesinde önemli bir yer tutan ve köklü bir birikimden süzülen "karşı devrimci gelenek"in uzantısıdır.

Dolayısıyla, Huntington’u bu ana çerçeve oturtmazsak, yaşadığımız asrı "açıklamak" iddiasında olan "medeniyetler çatışması" fikrini sağlıklı biçimde kavrayamayız.

***

DİKKAT, yukarıda "karşı devrimci" derken, buna mecázi bir aşağılama atfetmedim.

Devása bir entelektüel bagaj barındıran ve yansıtan bu insanlar önünde, ne háddime!

"Karşı devrimcilik" deyimini kullanırken sadece şu genellemeyi kastediyorum:

Rasyonel akılcılık ve evrensel hümanizma ekseninde gelişmiş "aydınlanma düşüncesi"ne; dolayısıyla da Fransız Devrimi’ne eleştirel bakan bir "anti fikirler bütünü"!

Ve, Nazizm hariç ama İtalyan faşizmi dahil olmak üzere bu bütüne, genelde gericilik, muhafazakarlık, sağcılık veya milliyetçilik diye tanımlanan ve yine Fransız Devrimi ertesinde ortaya çıkan, laik veya dini vektörlü bilûmum siyaset teorilerini katmak gerekiyor.

Bunları onaylamak ya da onaylamamak; yahut kısmen benimsemek, kısmen reddetmek, tıpkı Samuel Huntington’un "medeniyetler çatışması" tezi için geçerli olduğu gibi, söz konusu "karşı devrimci düşünce geleneği"nin hayati önemini ortadan kaldırmaz.

Diğer bir deyişle, "sol intelligentsia"nın hem yukarıdaki fikri bütüne, hem de ABD’li siyasetbilimciye burun kıvırıp onları küçümsemeye yeltenmesi, ancak cürmü kadar yer yakar.

Nitekim, ölümüne rağmen, Huntington’un güncel kıldığı "medeniyetler çatışması" tezi, doğru mu, yanlış mı yönündeki koskoca bir soru işaretiyle, şu an hala önümüzde duruyor.

Aynı "karşı devrimci" gelenekten yola çıkarak, cevabı aramaya yarın başlayacağım.
Yazarın Tüm Yazıları