Mayısa dair

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

İşçi bayramından Paris Komünü'ne, 1968 başkaldırısından Deniz'lerin idamına, Varşova ayaklanmasından Tian An Men katliamına, Mayıs, en azından anti-muhafazakar şeyler çağrıştırır. Cevval Mayıs isyankar bir aydır ve kuşkusuz isyan her zaman meşru değilse de gençlik isyanı bağışlatır.

Mayıs ne mukaddes bir aydır ! Eğer zamanı durdurmak mümkün olsaydı önce ruhumu şeytana satarak Doktor Faust'un ebedi gençlik iksirinden içer, sonra da, şüphesiz tüm kuzey yarımküre ahalisinin yapacağı gibi takvimi 30 Nisan'la 1 Haziran arasında dondururdum.

Zaten Mayıs gençlikle özdeşleşir. Artık kıştan yaza doğru yol almakta olan tabiat ana bu ayla birlikte iyiden iyiye delişmenlik çağına girer.

Filiz yeşil tonlara meyletse de henüz tam anlamıyla yaprağa dönüşmemiştir.

Gerçek bir olgunluktan ve oturmuşluktan söz edilemez.

Dolayısıyla, Mayıs'ın isyankar kimliğini de vurgulamak gerekir. Nitekim, doğanın bu emsalsiz ayı asi şahsiyetini insan sosyolojisine de yansıtmıştır.

İşçi bayramından Paris Komünü'ne, 1968 başkaldırısından Deniz'lerin idamına, Varşova ayaklanmasından Tian An Men katliamına, Mayıs, en azından anti - muhafazakar şeyler çağrıştırır.

Cevval Mayıs isyankar bir aydır ve kuşkusuz isyan her zaman meşru değilse de gençlik isyanı bağışlatır.

* * *

Sonra, Mayıs bizim kültürel aidiyetimizde Hıdrellez ayıdır.

Belki uzaktan uzağa adını duymuşuzdur ama işte hepsi o kadar, benim gibi Müslüman-Türk kökenden inen İstanbul çocukları için, şimdilerde metazori şırınga edilen ‘Nevruz’ bahar bayramı değildir. Hiç olmamıştır.

Mayıs'ın altısı ve son Küçuksu çayırının çoşkusu, bizim bayramımız Hızır ve İlyas aleisselamların birbirlerine kavuşma manisine tekabül eder.

Fakat abartmamam gerekiyor, aslında, henüz Nişantaşı'na ‘sıçramamasına’ rağmen Üsküdar'ı da hanidir tukaka etmiş olan familyamın iki arada bir derede kimliğinden dolayı bu Küçuksu mesiresine Hıdrellez'de hiç adım atmadım.

Çamaşıra gelen Fatma'nım çocuklarını atlıkarıncaya nasıl bindirdiğini ballandıra ballandıra anlatıp ben de Anneme ‘biz neden gitmiyoruz’ diye sorduğumda önce kaş göz işaretiyle susturuldum. Fatma'nım Kocamustapaşa'daki evine döndükten sonra da ‘avam arasında ne işin varmış’ cevabını işittim.

Lakin hiç unutmuyorum, aynı Hıdrellez'de bir defa Emirgan korusuna götürüldüğüm oldu. İmparatorluğumuzdan Hollanda'ya ilk lale tohumunun yollanmasını kutlayan çok sıfırlı bir yıldönümüydü ve bahçede eski Felemenk atlı arabaları sıralanmıştı. Çocukluk hayretleriyle bakakalmıştım.

Bunun dışında güzel Mayıs'ın mevsim dönüşümü bende, mutlaka bir ritüel olarak halis Trakya kıvırcığı ve körpe Yenikapı maruluyla pişirilen bol dereotulu kuzu kapamayla özdeşleşir ki, belki koyun yavrularının encamına çok acıdığımdan, belki de henüz mide gustomu geliştiremediğimden, bu leziz yemeğe o vakitler mırım kırın ve eder tabağımdakini bitirmediğim için azarlanırdım.

* * *

Ama Mayıs'ın asıl taamı kalkandadır. İstavritiydi, kolyozuydu, lüferiydi, diğer balıkların artık tatsız tuzsuzlaştığı mevsimde bu asil su yaratığı tam kıvamına gelir ki, çivisi daha çok fakat eti daha diri erkeğini tezgahtan layıkıyle seçmek, bunun kesilmesini işinin erbabı balıkçıya havale etmek, mutfakta tuzlayıp dinlendirdikten sonra da una bulayarak tavaya atmak gerekir.

Möniyer salçalı alafranga levreğin lafı mı olur ve şanberten usulü pisi filetosu avucunu yalasın, söz konusu lezzetin eşi ve emsali bulunmadığı gibi Mayıs'la böylesine bütünleşen başka bir yiyecek türü de yeryüzünde yoktur.

Fakat, fahiş fiyatıyla şimdilerde ‘kralların balığı’ olan kalkan benim çoçukluk ve ilkgençlik yıllarımda henüz ‘balıkların kralı’ gibi son derece demokratik bir sıfat taşıdığından, o vakitler bu balığı lokantada ısmarlamak öyle atla deve bir şey değildi. En azından ailemde harcıalem addedilirdi.

Güneşli pazar öğlenleri ilerlediğinde, her zamanki Kalamış Todori'sinin yerine bu defa Moda'daki Koço'nun yolu tutulur ve pederimin garsona ‘dişiyse geri çeviririm’ ihtarından sonra, balık beklenirken, dereotu kokusunu denizin yosun ve bardakların anason kokusuna karıştıran çiroz atıştırılırdı.

Bu çirozlar çakıl üzerine gerili iplerde sallanırken de, sandallara kalafat atan kayıkçılar Marmara üzerinde pırıldayan Mayıs'a dair konuşurlardı.

Kıkırdamayı umursamayan ve köylü donlarıyla iskeleden suya dalan çevrenin kapıcı çocukları Klub'ün ‘roof’una doğru yalap şalap kulaç attıklarında ise, benim gibi ‘karpuz kabuğu düşmeden denize girilmez’ tenbihiyle yetiştirilmiş ‘iyi aile çocukları’ bunu görmemezlikten gelir ve delicesine imrendiklerini ebevenlerine asla belli etmezlerdi.

* * *

Sonra, sindirim sisteminde kalkan artık hazım aşamasına ulaştığında ve kokular hiyerarşisinde anason artık iyiden iyiye diğerlerini bastırdığında, mevsim şarkıları, neşeli ama edepli masalar ilkin Hafız Burhan Bey'den ‘Kuş Sesleri’ni, ardından Münir Nurettin Bey'den ‘Geldi Bahar’ı terennüm ederlerdi.

Belki de ‘Adalardan bir yar gelir bizlere’yi teganni ederlerdi.

Zaten Ada vapuru da, sayfiye evlerini yavaştan yavaşa yaza hazırlamak için ilk temizliğe giden kalantor yolcuları küpeştede, mağrur, uzaktan geçerdi.

Ve, zamanı durdurabilmek ve ebedi gençlik iksirinden içebilmek için bir gün ruhunu şeytana satmaya hazır olabileceğini daha henüz hiç düşünmemiş olan nahif çocuk, pruvanın suları muazzam bir hızla yardığını farketmez ve mukaddes Mayıs'ın ölümsüz olduğunu düşünürdü...

Yazarın Tüm Yazıları