Maskara olarak ben ve vestiyer

BAYKAL’ın "çarşaf açılımı"na değineceğim ama, konunun bam teline dokunduğu için ilkin, Falih Rıfkı’dan daha önce de alıntılamış olduğum bir pasajı tekrar aktaracağım.

1927 tarihli aşağıdaki satırlar, Atay’ın CHP yayın organı "Hakimiyet-i Milliye" gazetesinde tefrika ettiği ve Brezilya yolculuğunu anlattığı "Denizaşırı" notlarında yer alır.

Sahne, kendisini Güney Amerika’ya götürmekte olan transtatlantikte geçmektedir.

"Gece bir travesti balosu oldu. Kılıkların en tuhafları Şark’tan alınıyor. Bizim iki sene evvel bıraktığımız ve kadınlarımızın henüz terk etmediği o maskara Şark kıyafeti!

Kadınlardan
(balodaki yabancılar kastediliyor), bizim henüz Şile’de bile rasladığımız esvaplardan giyenler ’Türk gibi’ dedikçe, ben hemen atılıyorum:

’Hayır, Arap gibi! Bizimkiler şimdi sizden farksızlar’ diyorum".

*

AÇIKÇASI, her şey aklıma gelirdi de, Deniz Baykal’ı savunacağım asla gelmezdi.

Anladınız, yukarıda belirttiğim gibi, şu meşhur "çarşaf açılımı"nı kastettim.

Şüphe mi var, tabii ki destekliyorum. En başından en sonuna dek sahipleniyorum.

Ama deniliyor ki, CHP lideri bu jesti oportünistliğinden ve fırsatçılığından yapmışmış.

Eh, o kadar tartma - ölçme melekesi bende mevcut ve tabii ki bunların farkındayım..

Fakat, hiçbir şey değişmez! Biçimdeki ve şahıstaki yanlış özdeki doğruyu sıfırlamaz.

Burada Antalya milletvekilinin zikzakları değil, yansıttığı o d-o-ğ-r-u söz konusudur.

Yanlış olan tek ise gerek partisi içindeki, gerek dışarıdaki "vestiyer zaptiyeleri"nin başı açık kadın giyimini bir "laiklik" ve bir "çağdaşlık" (!) simgesi addetmesidir!

Yani, dönüp dolaşıp tekrar geldiğimiz nokta, Falih Rıfkı’yı seksen bir yıl önce de Türk - İslam tarzını "maskara Şark kıyafeti" diye tanımlamaya iten ruh halinde odaklanmaktadır.

*

"RUH halidir" diye kasten vurguladım, çünkü yukarıdaki çok çetrefil olgu siyasi, iktisadi veya beşeri olmaktan ziyade, esas olarak psikolojik bir bunalımdam kaynaklanıyor.

Tamam, tabii ki tüm bu unsurlar geri plandaki varlıklarını koruyor ve ruhi travmanın maddi küfesini dolduruyorlar ama, bilinçaltındaki etken yine de temel önceliği oluşturuyor.

Çünkü, öylesine derin bir araz; öylesine derin bir kırılma; öylesine derin bir ikilem düşünün ki, bunların tümü birden transatlantikteki baloda Atay’ı, "hayır, Türk gibi değil, Arap gibi! Bizimkiler şimdi sizden farksızlar" diye "militanca" öne atılmaya itmektedir.

Başka bir deyişle, yazar okuyucuyla biz bizeyken; yani kendi "ben"inle baş başayken, hayıflanarak "maskara Şark kıyafetinin henüz Şile’den bile raslandığını" itiraf etmektedir.

Ama iş "öteki"ne geldiğinde, "ben"i temsil ettiği varsayılan sanal bir "bizimkiler"in, bizzat o "öteki"yle bütünleşen "sizinkiler"den farklı olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır.

Ve hiç şüphesiz ki burada paranoyak, en azından paranoid bir travma söz konusudur.

*

ÖYLEDİR, çünkü "ben" irádi bir çabayla "ötekileşmek" istiyorum. Dayatıyorum.

O "öteki" ise "ben"im benliğimin farkında olduğu içindir ki, "ne münasebet" diyor.

Bunun bir kılık kıyafet meselesi değil, bir "düşünme durumu" olduğunu hatırlatıyor.

Talepkár ben olduğumdan; dolayısıyla eşit ilişki yaşamadığımdan da, beni kendinden saymadığı için o "öteki"ne karşı muazzam bir nefret beslemeye başlıyorum. Kin duyuyorum.

Nitekim, Baykal’ın "çarşaf açılımı"na lánet okuyanların en marazi Batı düşmanı ve en "öteki" kompleksli "ulusalcı - neo-ittihatçı" cihete yakın durması, tesadüf oluşturmuyor.

Zira aslına bakarsanız, CHP liderinin o "maskara kıyafetli" (!) üyeye rozet takması, nihayet kendi "ben"ini kabullenmek zorunda kalmanın itirafından başka bir anlam taşımıyor.

Ve "türban sorunu"nun çözümü de, Atay’dan seksen bir yıl sonra benim artık "ben"le barışmamdan ve "öteki"yle elbise değil, "düşünce vestiyeri"nde buluşmamdan geçiyor.
Yazarın Tüm Yazıları