ARTIK bilgelik çağına girdiğinden olacak, son bir - iki yıldır tüm politik kariyerinin en mükemmel performansını sergileyen ve Türkiye siyaset sınıfı içinde akl-ı selimin temsilcisi olarak pırıldayan Mesut Yılmaz, yine çok önemli bir gerçeğe parmak bastı.
Dünkü ‘‘Hürriyet’’te okudum, ihracata yönelik yeni yatırım yapan Cermen otomotiv firması ‘‘MAN’’ın Ankara'daki tesislerini genişletmesi nedeniyle düzenlenen törende, ‘‘siz gelirseniz, biz de Almanya'ya gitmeyiz’’şeklinde konuşmuş.
Veciz söz diye işte buna denir!
* * *
EVET veciz söz, çünkü ANAP lideri burada, yabancı sermayenin ülkemizde istihdam alanı yaratması durumunda, ekmeğini bizzat kendi yurdunda kazanacak insanlarımızın ‘‘gurbetçi’’ olarak oraya ve buraya kapak atmaya çalışmayacağını kastediyor.
Tamam da, ‘‘sosyalist piyasa ekonomisi’’ (!) uygulayan ‘‘Kızıl’’ Çin en başta, yedi düvel o sermayeyi cezbedebilmek için kırk takla atarken, biz burnumuzdan kıl aldırmıyoruz.
Bürokratik engeli, ‘‘mevzuat’’ (!) yönetmeliği, rüşvet ‘‘yüzdeciliği’’ zaten bir yana.
Fakat üstelik, ‘‘vatan elden gidiyor’’ haykırışlarıyla, küresel kapitalizmin Türkiye'ye girmesine ne kadar çok çelme atarsak, ‘‘ulusal onuru’’ (!) o derece kurtardığımızı sanıyoruz.
Nitekim, dün Ertuğrul Özkök de yazdı, AB'yle Gümrük Birliği gerçekleşirken yine ‘‘battık, yandık, satıldık’’ yaygarası kopartılmıştı. Oysa, rakkamlar tam tersini söylüyor.
Ve şimdi bakalım, mangalda kül bırakmayan o ‘‘nasyonal cumhuriyetçi’’ taifemiz, ‘‘MAN’’ firmasının yeni yatırımını ‘‘siz gelirseniz, biz de gitmeyiz’’ gerçeğiyle formülleştiren Yılmaz'ın veciz ifadesine nasıl bir ‘‘hıyanet-i vataniye’’ damgası vuracak?
* * *
BİRAZ daldan dala atlamak gibi olacak ama ‘‘mangal’’ dedim ya, bu defa da aklıma yine dünkü ‘‘Hürriyet’’te gördüğüm başka bir haber takıldı.
Efendim, Bush'un dün başlayan Berlin ziyareti nedeniyle, Alman Cumhurbaşkanlığı Sarayı ‘‘Bellevue’’nin tam karşısındaki parkta ‘‘mangal sefası’’ yapılması yasaklanmış.
‘‘Hayrola, ora Berlin mi, yoksa Şile'de kendin pişir kendin ye çayırı mı’’ demeyin.
Demeyin, zira sağolsun ‘‘gurbetçi’’lerimiz yalnız Prusya başkentinde değil, istisnasız hemen tüm Yaşlı Kıta şehirlerinde kamu parklarını sere serpe ve köy mezrası gibi kullanırlar.
Ve malum Avrupalılarda damak tadı hak getire, dolayısıyla, kömür ateşinden yükselen cızbız köfte, Adana kebab veya dalak ızgara kokusuyla onların ağzını bir güzel sulandırırlar.
Sakın, ‘‘yahu, burası şehrin ortası... Taksim Belediye Parkı'nda bile mangal sefası olmaz’’ türünden bir cümle sarfetmeye de kalkmayın.
Alimallah yabancı kültüre saygısızlığınızdan ötürü hemen ‘‘ırkçı’’ damgası yersiniz ki, Köln'deki ‘‘gurbetçi evi’’nizin lavabosında kurban gırtlaklasanız bile, günahınız bağışlanmaz.
* * *
İŞTE, Yılmaz'ın ‘‘siz gelirseniz, biz gitmeyiz’’ sözündeki diğer çağrışım da burada.
İfade aynı zamanda, sermaye yokluğundan dolayı ezici çoğunluğu Türkiye'de proleterleşememiş köylülerden oluşan; ayrıca, korunma içgüdüsüyle ve evsahibinin hoşgörüsü sayesinde o köylülüğün tüm yontulmamışlığını oralarda da sürdüren, hatta fazlasıyla üreten ‘‘gurbetçi’’lerimiz, gittikleri ülkelerde yarattığı haklı tedirginlik konusunda mesaj veriyor.
Ama yine de belli mi olur, gün gelir gidebiliriz de... Fakat, mutlaka başka türlü!
Yabancı sermayenin ülkemize yatırım yapması sayesinde istihdam alanı genişler ve köylüler kentlileşirse, ucuz turla murla da olsa, pekala turist olarak Berlin'e gideriz.
Prusya usulü yemek tatmanın merakıyla bir Alman lokantasına doğru giderken, Brandenburg Kapısı'dan aşağı, çayırda değil doğru dürüst kaldırımda yürürüz.