LÜTFEN elinizi vicdanınıza koyarak doğruyu söyleyin, hayatınızda tek bir defa dahi Rumenlerin ‘Trianon’a dokundurtmayız’ diye gösteri yaptığını işittiniz mi?
Yahut, eski Yugoslavların ‘Rapallo sorgulanamaz’ diye yürüdüğünü gördünüz mü?
Veya, Polonyalıların ‘Riga delinemez’ diye kutlama düzenlediğini duydunuz mu?
Ve, siz ömr-ü hayatınızda tek bir defa dahi o Rumenlerin ve o Yugoslavların yukarıdaki iki İtalyan kasabasında; Lehlerin ise şimdiki Letonya başkentinde toplandığını okudunuz mu?
Mesleğim gereği dünya tarihini ve uluslararası politikayı yakından bilen ve izleyen birisi olmama rağmen ben kendi hesabıma ne işittim, ne gördüm, ne duydum, ne de okudum!
* * *
İMZALANDIKLARI şehir adlarını taşıyan her üç anlaşma da 1. Harp ertesine uzanır.
Rumenler 12 Kasım 1920’de Macaristan’dan; Yugoslavlar yine 14 Haziran 1920’de Avusturya’dan; Lehler ise 18 Mart 1921’de SSCB’den kesin olarak ayrışmışlardır.
Diğer bir deyişle, 2. Savaş’la sınırları tekrar değişen Polonya kısmen hariç, söz konusu ülkeler o tarihlerde, bugünkü toprak bütünlüklerini ve devlet egemenliklerini elde etmişlerdir.
Başka bir ifadeyle söylersek, 24 Temmuz 1924’te yürürlüğe giren Lozan bizim için neyse, Trianon, Rapallo ve Riga da yukarıdaki halk ve milletler için aynı şeydir!
* * *
O halde soruyu yeniden soruyorum:
Yukarıdaki ülkeler neden bizim gibi her 12 Kasım’ı, her 14 Haziran’ı, her 18 Mart’ı efsaneleştirerek ‘antlaşmanın kılına dokundurtmayız’ diye yeri göğü inletmiyorlar?
Niçin imza kentlerini ‘fetişleştirerek’ oralarda da vaveyla kopartmaya gitmiyorlar?
Bizler bulunmaz Hint kumaşı mıyızdır ki Rumenler, eski Yugoslavlar ve Lehler devlet bütünlük ve egemenliğine tınmıyor ve Türkler gibi ‘milli hassasiyet’ sergilemiyorlar?
Hayır, hayır, hayır!
* * *
HAYIR,hayır, hayır, zira yukarıdaki halklar seksen küsur yıl öncesinin antlaşmalarını bizim gibi ebedi ‘tabu’ ve ‘fetiş’e dönüştürmüyorlar; zira onlar ‘öteki’nden korkmuyorlar.
Kendilerine, dolayısıyla milletlerine, ülkelerine ve devletlerine güveniyorlar.
Oysa, Lozan ulusumuz için pazı gücüyle kazanılmış muazzam zafer olduğundan, bizim onlardan da daha çok güven duymamız ve ‘öteki’ korkusunu kubura atmamız gerekir.
O Lozan ki, Rıza Nur’un Atatürk ve Attila İlhan’ın İnönü düşmanlığı göz çıkartan gerçeği değiştirmez, önce Büyük Kemal’in pragmatik dehásı, sonra da İsmet Paşa’nın müzakere ustalığı sayesinde, modern tarihe aynı zamanda bir ‘öncü çığır’ olarak geçmiştir.
Çünkü, 1919’da adaletsizce çizilen ve ‘Versailles Sistemi’ denilen yapay Avrupa haritası, onu yenileyecek 1945 Postdam’ı beklemeden, ilk bizim tarafımızdan yırtılmıştır.
* * *
TAMAM da, Rumenlerin Trianon’u; eski Yugoslavların Rapallo’yu; Lehlerin Riga’yı aştığı gibi, biz de Lozan’ı çoktaan aştık. Değil Leman gölünü, Pasifik Okyanusu’nu atladık.
Hayat, dünya ve ülke seksen küsur yılda sonsuz değişti. Şükür, Türkiye‘o-tur-du’!
Ve, podyuma çıkabilmek hırsıyla o Leman gölü kıyısına ‘sefer düzenleyen’ ve naif İsviçre polisini provokasyona getirerek reklamını yaptırtan ‘karanlıkçı’ şef ve ‘ulusalcı’ cenah ‘Sevr hortluyor, Lozan’ı deldirtmeyiz’ derken, tabii ki kuyruklu yalan uyduruyorlar.
Çünkü, bu inanılmaz hezeyana rağmen marjinal ‘ulusalcılar’ın medet umduğu tek şeyi, heyhat, kolektif bilinçaltımızda hálá yaşayan ‘öteki’ korkusunu gıdıklamak oluşturuyor.
Eh, 1923 Lozan’ını fetiş kılacaksın ki, 2005 Ankara’sını 82 yıl geriye götürebilesin.
Eh, antlaşmayı tabuyla donatacaksın ki, Türkiye’yi 82 yıl önce de dondurabilesin. Ödleklik yetti, zaten tá 1923 Lozan’ında barıştığımız ‘öteki’nden artık korkmayalım!