Kürtler ayrılır mı? (son)

RESMİ ideoloji ezelden beri “Türk” tanımının etnik boyut içermediğini iddia eder.

Daima sıfatın TC sınırları içinde yaşayan tüm yurttaşları kapsadığı tezini işledi. İşliyor
Ancak doğru değil! Bin defa değil ve milyar defa değil!
Dayatılan bu savın gerçekle bağdaşmadığını ve de asla bağdaşamayacağını bizzat aynı resmi ideolojinin kendi teori ve pratiğinden iki örnekle açıklayacağım.

HATIRLAYIN, Bulgaristan’da yaşayan Türkler 1985 yılında komünist rejimin “Slavlaştırma” zulmüne uğrayınca akın akın “soyvatan”a göçtüler. Hudut kapısı doldu taştı.
“Soydaş”larımızı bağrımıza bastık. Buna yükümlüydük. Zaten pek çoğu aslında diğer yabancılara hemen hiç “bahşedilmeyen”(!) TC vatandaşlığına haniyse şıpınişi kabul edildiler.
Yukarıdaki kelimelerin “soy” kökenine dikkatinizi çekerim, konuya tekrar döneceğim.

İKİNCİ örneği Ayşe Hür’ün “Taraf” Gazetesi’nde naklettiği olaydan aktarıyorum.
Vahram Papazyan ve Mıgırdıç Mıgıryan adlı iki Ermeni genç İsveç’te gerçekleşen 1912 olimpiyatında Osmanlı bayrağıyla yarışmışlar. Buna rağmen Selim Sırrı Bey Stockholm dönüşü “gözlerim doldu. Her millet temsil edilirken Türk yoktu” şeklinde demeç vermiş.
Bunun üzerine de “Marmnamarz” gazetesi editörü Savaraş Kirişyan, “iki kişi Ermeni oldukları için değil, Osmanlı oldukları için orada bulundular. Formada hilal vardı. Osmanlı oldukları için alkışlandılar, niye anmıyorsunuz” türü bir makale yazmış.
Yani hem cemaatin tepkisini, hem de Ermenilerin yurttaşlık aidiyetini dile getirmiş.
Hemen hatırlatayım, üç yıl sonra Tehcir’e uğrayan aynı Kirişyan, Ayaş’ta katledildi.

İMDİİ tekrar sadede gelirsek, bu iki örnek dahi resmi ideoloji tarafından dayatılan dogmanın aksine, “Türk” kavramının etno-kültürel bir içerik taşıdığını ispatlamaya yetiyor.
Birincisi teoriyle çelişen pratiği, diğeri ise aynı teorinin arkasındaki gerçeği yansıtıyor.
Çünkü sırf “soydaş” oldukları içindir ki o resmi ideolojinin TC Devleti göçmenlere derhal kapıyı açtı. Yine derhal “soyvatan” tabiyeti verdi. Zaten de manen yükümlüydü.
Zira evlâd-ı fatihan veya değil, onlar sapına kadar Türk’tüler. Bizim “ben”imizdiler.
Nitekim işte “soy” diyoruz. Bütün geri planıyla birlikte bir kimlik çağrıştırıyoruz. Hem etnik açıdan, hem de kendilerini öyle hissettikleri için Türk olan insanları kastediyoruz.
Ee, hani “Türk” sıfatı kavmiyet içermiyordu? Hani yurttaş kavramıyla sınırlıydı?
Eğer onlarla ortak dil konuşmasaydık; eğer onlar Ali, Veli, Ayşe adını taşımasaydı; eğer onlar İslam dininden olmasaydı, her Bulgaristanlıyı âlâ ve valâyla kabullenecek miydik?
Tabii ki hayır, çünkü aidiyet dürtüsü yaratılışın fıtratında vardır ve sonsuz doğaldır!

ÖTE yandan, hem Selim Sırrı Bey “olimpiyatlarda Türk yoktu”, hem de Kirişyan “iki Ermeni Osmanlı oldukları için oradaydı” diye yakınırken, her ikisi de haklıydı.
Çünkü Papazayan ve Mıgıryan, Türk değil Ermeniydiler! Fakat evet, Osmanlıydılar!
Zaten Ermeni gazeteci kavmi aidiyet taşımayan o Osmanlı üst kimliğini sahiplendiği içindir ki resmi “Türk ideolojisi”nin ilk oluşum sancılarında faturayı hayatıyla ödedi.
Bu takdirde, bir asır önce spor adamımız teorik açıdan doğru bir “Türk” algılaması yaparken ve bir asır sonra da bizzat devlet aynı algılamayı pratik olarak sürdürürken, “Türk” kelimesindeki etnik içeriği inkâr etmenin artık anlamı kaldı mı? İnandırıcılık taşıyor mu?
Daha hayatisi, kendini Türk hissetmeyen insanları o “Türk” tanımında buluşturmak hâlâ mümkün mü? Israrda fayda var mı? Ortak bir sıfat aramaktan kaçmak akla yatkın mı?
Bunlara verilecek “hayır” cevabı özünde bir “Türk Sorunu” olan “Kürt Sorunu”nu çözüme kavuşturacak ve “Kürtler ayrılır mı” sorusunu da yine “hayır”la yanıtlayacaktır!
Yazarın Tüm Yazıları