Kürt taleplerine başlarken

BUGÜNE dek Kürtleri karınlarından konuşmakla eleştiriyorduk.

Haberin Devamı

Buna ben de katılıyordum. Nitekim de zaman zaman dostane biçimde ifade ettim.
Eh, bağımsızlıktan Büyük Kürdistan’a ve konfederasyondan yerelleşmeye, o Kürtler binbir farklı ağızdan ve yine binbir farklı talep dile getirmediler mi?
Ama dün söylenen yarın unutulmadı mı? Filanca doğrularken falanca yalanlamadı mı?
Dolayısıyla da, ilk bakışta eleştirimizde haklıydık gibi geliyordu.

OYSA o kadar da haklı değildik. Değildik, çünkü en önce Kürtlerin ve Kürt siyasetçilerin illâ yekparelik arzettiği, daha doğrusu arzetmesi gerektiği yanılgısına düştük.
Böyle olamayacağını bilmemize rağmen de ormanın bütünü yerine tekil ağacı aradık.
Yani, Güneydoğu’daki yangının etkisiyle net talep ve tek formül bekledik.
Gelmeyince; yahut kalabalık korodan kakofonik sesler gelince de, Türk şovenleri gibi “önce siz kendi aranızda karar verin, sonra kapımızı tıklatın” türünden küçümseyici bir eda takınmasak bile yine de nesnel olarak onlarla aynı paralele düştük.
“Karnınızdan konuşmayı bırakın ve somut bir şeyler söyleyin ki, masa etrafında tartışılacak bir temel, bir zemin, bir hipotez olsun” demeye getirdik.
Kendi hesabıma özeleştirisini yapıyorum, zira böyle bir lüksümüz yok ve olmayacak.

Haberin Devamı

YOK, çünkü çuvaldızı başkasına batırmadan iğneyi kendimize batırmamız gerekiyor.
Şöyle ki: Şematik ifadeyle söylersek, biz Türklerin Kürt sorununa ilişkin tavrı bir ucu “vur kurtul”a, diğer ucu da “ver kurtul”a uzanan çok geniş bir yelpazeye yayılmıyor mu?
Bu iki zıt kutup arasında da binbir nüans, varyant ve renk tonu hüküm sürmüyor mu?
Nitekim bir yandan Genelkurmay üstüne vazife olmayan şeylere yine burnunu sokuyor ve “Kürtçenin ağzına biber sürerim ha” diye tehdit etmek cüretini hâlâ kendinde buluyor.
Fakat diğer yandan, Türk intelligentsiası mensuplarının da katılımıyla Diyarbakır’daki forumda Kürtler için “demokratik özerlik” istemi dile getiriliyor.
O halde, “cihet-i Türkî”deki bütün bu çelişki ve farklılıklar göz çıkartırken, sanki sihirli bir ayrıcalığı ve büyülü bir dokunulmazlığı varmış gibi “cihet-i Kürdî”den tek ses, tek formül ve tek talep beklemek bizleri hem yanılgıya, hem haksızlığa sürüklemiş oluyor.

Haberin Devamı

TABİİ burada şu denilebilir: Fakat talepkâr taraf Türkler değil Kürtler olduğuna göre, onlar net istekleri önümüze getirmediği müddetçe nasıl tartışmaya veya müzakere geçilebilir?
Doğru! Kısmen de olsa doğru!
Doğru ama her milli mesele zaten doğası icabı muazzam bir çetrefil arzeder.
Artı, bu çetrefillik hem “talepkâr”, hem de “verimkâr” taraf için geçerlilik taşır.
Hele hele, Kürtler gibi değişik ulus-devlet coğrafyalarında ve değişik kültür ve özlem iklimlerinde yaşayan bir “talepkâr”ın kendi milli meselesinde tavır belirlemesi sonsuz zordur.
Nitekim gerek yukarıdaki farklılık ve çelişkilerin varlığı; gerek legal zemin yokluğu veya zorluğu; bilhassa da İmralı ve Kandil’in ölümcül ipliğini tuttuğu ve iç bünyedeki özgür tartışma ortamı üzerinde salladığı Demokles Kılıcı, zaten asla yekpare bir blok olmayan ve olamayacak olan aynı Kürtlerin arasından “muhatap benim ve şunu, şunu, şunu istiyorum” diyecek bir “partöner”in çıkışını daima engelledi ve daima engelliyordu.

Haberin Devamı

ANCAK şimdi yeni yeni anlaşılıyor durum evrilmektedir. Nispi bir rota belirmektedir.
Henüz muhteviyatının yarısı, hatta çeyreği bile doldurulmamış olsa da Kürt milli hareketi “demokratik özerklik” adını verdiği bir talebi formüle etmeye başlamaktadır.
Bunun telaffuzu dahi mükemmel bir adımdır ki, içeriğini ise daha çok, çok tartışacağız.

Yazarın Tüm Yazıları