Kriz yazıları (son)

DEMEK 1991 yılının başlangıçları olmalı, tam 1. Körfez Savaşı arifesindeydi ki, ihtar ve tekdir ile de uslanmayan Saddam köteği yedi yiyecek, Avrupalılar marketlere saldırdılar.

Un, şeker, erişte, sabun, kahve, tuvalet kağıdı falan, bilûmum reyonları talan ediyorlar.

Zaten çok geçmeden, tezgahların üstüne "stoklarımız bitmiştir" levhaları asılır oldu.

Fesüphanallah, harp çıkacakmış da, kıtlık başgösterecekmiş!

***

HADİ, bari son Dünya Savaşı’nı yaşamış kuşaklara mensup olsalar, fi tarihinde saman çöpünden ekmeğe talim etmiş oldukları için, bu panik bir dereceye kadar anlaşılabilir.

Ama yok, hücuma geçenleri yeni taze matmazeller ve orta yaşlı madamlar oluşturuyor.

Oysa, bir nebze akıl ve iz’án sahibi olan herkesin düşünmesi gerekirdi ki, arbede gerçekleşse dahi, altı üstü, zamanda ve mekánda sınırlı bir muharebe cereyan edecek.

Zaten Arabi coğrafyalarla hiç ilgisi bulunmuyor, ne buğdayın, pancarın, yağın, ağacın köküne kibrit suyu ekilecek; ne de ulaşım ve petrol yolları için öyle ciddi bir riziko belirecek.

Fakat mantık hak getire, bunlar evlerine, kilerlerine, garajlarına dev stoklar yığdılar.

Ve Allah bilir ki, tüketebilmek için sittin sene küflü kahveye küflü şeker attılar ve de popolarını eprişmiş tuvalet kağıtlarıyla sildiler.

Mehel olsun ve zımparaya dönüşmedikleri için, yatıp kalkıp dua etsinler.

***

ŞAKA bir yana, hafta başından beri kaleme aldığım "kriz yazıları"nda, hemen her iktisadi buhranda devreye giren "insani boyutu" vurgularken, yukarıda örneklediğim türden "gayr-ı mantıki" dürtüleri ve irrasyonel yöntemleri kastediyorum.

Çünkü, velev ki 1. ve 2. Körfez Savaşları sırasındaki kolektif panikleme ciddi bir ekonomik bunalım yaratmamış olsun, meselenin özü yine de aynı noktaya odaklanıyor.

Zaten aslına bakarsanız, hálen yaşamakta olduğumuz krizin de kökeni burada yatıyor.

Zincirleme süreçte yayılan ve bol keseden ev kredisi dağıtmış Amerikan bankalarının bunları geri alamamasında uzanan bugünkü buhran da, ikili bir "akılsızlık"tan kaynaklanıyor.

***

BİR
; ayağını yorganına göre uzatmayan ve "borç yiğidin kamçısıdır" şiarıyla beyni yıkanan tüketici, altından kalkamayacağı yükü sırtlandı. Nihayetinde de, işte pes etti.

Burada, "avam" (!) açısından "edilgen" bir "gayr-ı mantıkilik" söz konusudur.

İki; çok daha vahimi ve affedilmez olanı, ABD "ricál"inden ve Merkez Bankası’ndan başlamak üzere, bütün bir kapitalist sistem ve mali piyasa yönetimi rasyonalite dışı davrandı.

Onların açısından, burada "etkin" bir sorumluluk, háttá "suç" söz konusudur.

Zira, yukarıdaki süreci frenlemek ve "ortalama Amerikalı"yı akl-ı selime çağırmak ne kelime, aksine, "bol kazanç?kolay ev" hayali yaratarak "beyin yıkama" operasyonunu tezgahladığı içindir ki, zaten bununla kendi mantıkçılığını sıfıra indirgeyen aynı "ricál", aynı zamanda da tüketicinin akılcılıktan uzaklaşması için ruhi ortam hazırlamış oldu.

***

KABUL, borsacısı, bankacısı, politikacıyla ceremesini belki bugün kendisi de kısmen çekiyor ama, esas olarak, faka bastırmış olduğu o yoksul ve orta sınıflarına çektirtiyor.

Artı, zincirleme işleyen küreselleşmenin bu defa da olumsuz etkisiyle, diğer bütün dünyaya çektirtiyor. Kaliforniya’daki villa havuzu dolmayınca, Çad’daki aş kabı da dolmuyor.

Oysa, bir ekonomik vektör olarak "devlet"e duyulan ihtiyaç da işte burada doğuyor.

Sınırlı müdahilliğini koruyarak "etkinler"i ve "edigenler"i o "akl-ı selim"e doğru yöneltsin; háttá gerektiğinde bunu empoze etsin ki, "iktisadi mantık" galebe çalabilsin.

Ultra-liberal sistemle süper-devletçi komünizm arasında bir "orta yol" olan ve sosyal demokrasiye yakın duran bu "Keynes’çi yaklaşım" konusunu başka bir yazıda işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları