İKTİSADİ krizler konusunda en önce şunu vurgulayalım:
Hayır, bunlar kapitalist sisteme özgü değildir!
Böylesine bir iddia bütün tarihi tahrif etmek anlamına gelir.
***
ÖYLE, çünkü buhranlar daha o tarihin ilk başlangıcından itibaren devreye girdiler.
Hiç durmadılar ve hep tekrarlandılar. Bir devr-i daim seyri izlediler.
Nitekim, göçebe insanlık daha avcılık aşamasındaydı ki, hayvanların eksilmesi ve göç yollarının değişmesiyle birlikte, henüz adı konmamış ilk "ekonomik kriz" yaşanmış oldu.
Aynı süreç feodal ve monarşik düzenlerde de sürüp gitti.
İklim dönüşümleri, doğal afetler, bulaşıcı hastalıklar, savaşlar, kıtlıklar vs., daima ve daima tüm toplumlara ve onların kolektif hafızasına damga vurdular.
Yeterli esir kalmadığından Mısır piramitlerinin inşasına ara verilmesi; veba etrafı kırıp geçirdiğinden Güney Avrupa sitelerinin çökmesi; yahut seferler ganimet getirmez olduğundan Osmanlı akçesinin düşmesi, maziyi belirlemiş olan iktisadi buhranlara sadece bir kaç örnektir.
***
ÖTE yandan, kapitalizm sonrasını oluşturacağı "vaat edilen" (!) "sosyalist sistem" için eğer Sovyetik modelleri kıstas alırsak, onların "hál-i pür meáli" daha en baştan itibaren korkunç bir felakete tekabül etti.
Bunlar ilk günden son güne, daima "ebedi ve ezeli kriz" yaşadılar.
Zaten aslına bakarsanız da, Rusya’da tarımı kolektifleştirmek ve artı-değeri sanayiye aktarmak dayatmasıyla birlikte milyonlarca köylünün ölmesi; Çin’de ise Mao’nun "Büyük İleri Atılım" hezeyanıyla birlikte yine milyonlarca insanının can vermesi, bütün tarih boyunca yaşanmış olan ekonomik buhranların en devasaı ve en korkunçlarını oluşturur.
Kaldı ki, komünist rejimlerin tek fiske vurulmadan ve dışarıdan en küçük müdahale olmadan çökmeleri, söz konusu "ebedi kriz"in zirveye ulaşmasından başka bir şey değildir.
O halde, özetlersek, kapitalizmin "kaçınılmaz olarak" kriz üreteceği tezi ne kadar doğru veya yanlışsa, bu varsayım diğer bütün sistemler için de aynı ölçüde doğru ve yanlıştır.
İnsanlık tarihinde "buhrandan muaf" (!) hiçbir toplum olmamıştır.
***
FAKAT tabii bütün bunlar ne yukarıdaki kapitalizmin sütten çıkmış ak kaşık olduğu anlamına geliyor; ne de "kader"e (!) boyun eğmek gerektiğiyönünde bir "vaaz" oluşturuyor.
Madem insanların daha az acı çekmesini ve daha çok refaha kavuşmasını "ahláki" bir erdem addediyoruz, o halde tabii ki, bu acıları manen arttıran ve bu refahları maddeten azaltan buhranları da mümkün mertebe asgariye indirgeyecek çareler hakkında düşünmek zorundayız.
Ancak heyhat, söz konusu çareler gökten zembille inmiyorlar! Kesin reçete yok!
Hepsi iflas ettiler diyecek kadar ileri gitmiyorum ama, modern ekonomi kuramlarının ortaya atılmaya başlandığı 17., hátta 16. yüzyıldan beri, şekillendirilmiş olan tüm o kuramlar ve öngörülmüş olan tüm o hipotezler ya eksik kaldılar, ya da yanlış rotalara sürüklediler.
Bu "gerçeğe toslama" olgusu, iradi müdahilliği zirveye çıkartan Marksist iktisat teorileri için haydi haydi geçerlilik taşıyor ama, sırf onlarla da sınırlı kalmıyor.
Zıt kutupta yer alan "bırakınız yapsınlar"cı ultra liberal teorileri de kapsıyor.
Hatta çoğu defa, "ılımlı" veya "orta yolcu" teoriler de "derde deva" sunmuyor.
Çünkü, zaten binbir faktörün devreye girdiği sonsuz çetrefil bir yumaktan oluşan iktisadi ilişkileri ayrıca, hem günümüz kürelleşmesindeki muazzam etkileşim dinamiği, hem de bilhassa, mutlaka rasyonellik yansıtmayan insan ruhiyat ve davranışları belirliyor.
Ve pek çok krizin kökenini de ekonominin illá kötü yönetilmesinde değil, söz konusu insani reflekslerin öngörülemezliğinde aramak gerekiyor ki, bunu cumartesiye bırakıyorum.