EVET, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "Ulusa Sesleniş" konuşmasında yaptığı "Türkiye’nin krizden etkilenmesi sınırlı kalacak" tahmini bir dereceye kadar tartışılabilir.
Doğrusu ve yanlışı, artısı ve eksisiyle, üzerinde fikir yürütmeye açık bir öngörüdür.
Fakat buna karşılık, yine bir tahmin olarak dile getirse bile, söz konusu krizin şimdiden inişe geçmiş olduğu yönündeki diğer saptaması gerçekle bağdaşmamaktadır.
Fazlasıyla iyimserdir ve öznel dilekleri fazlasıyla nesnel olguların yerine koymaktadır.
***
ÖYLE, çünkü bütün göstergeler, dünyanın şu an yaşamakta olduğu çok vahim iktisadi buhranın aslında henüz başlangıç aşamasında olduğunu ortaya koyuyor.
Şöyle ki, küresel mali sistemlerdeki muazzam çöküş, buzdağının yalnız görünen kısmını yansıtıyor. Sadece bir zahiri manzara sergiliyor.
Ve doğru, kendimizi sırf bu açıyla sınırladığımız takdirde de, Erdoğan’ın tahmini ilk bakışta haklı ve isabetliymiş gibi gözüküyor.
Zira, o "ultra liberal" ABD dahil, kısmen Keynes’çi müdahilliğe meyletmek zorunda kalan devletlerin "banka kurtarma operasyonları"na yoğunluk vermesi ve ellerini bizzat "hamura bulaması", sanki krizdeki zirve noktanın aşılmış olduğu izlenimini vermektedir.
Oysa yukarıdaki gelişme yanıltıcıdır.
***
YANILTICIDIR, çünkü finans sektöründeki kaosun reel sektöre yansıması; yani tüketim, dolayısıyla üretim seviyesindeki düşüşün artması ve buna bağımlı olarak da işsizlik oranının yükselmesi; diğer bir deyişle buhranın gündelik hayatımızı etkileyecek biçimde somutlaşması, tabii ki belirli bir zaman alacaktır.
Zaten de, aynı buzdağının su altındaki devása kesimi işte bu süreçte yatmaktadır.
Nitekim, unutmayalım ki, Başbakan’ın da atıfta bulunduğu 1929 krizi sırasında, Ford fabrikası işçileri veya Nevada çiftçileri yedikleri silleyi, Wall Street borsasının dibe vurduğu o meşhur "Kara Pazartesi" günü hissetmediler.
Daha sonraki hafta, ay ve yıllarda yaşamaya başladılar.
Bunun Yaşlı Kıta’ya sirayeti ise ancak ertesi sene gerçekleşti.
Ve heyhat, gelişmelerin bugün de aynı seyri izlemesi ihtimali çok yüksek gözüküyor.
Üstelik, mevcut küreselleşme göze alındığı takdirde, uluslararası plandaki zincirleme etkinin daha ileri bir seviyede yoğunlaşması gündeme geliyor.
***
ÖTE yandan, artık "verilmiş sadakamız varmış" diye mi şükredelim, yoksa "şerden hayır çıktı" mı diye avunalım bilemiyorum ama, bankacılık sistemimizin ve kredi borçlanmasının diğer kapitalist devletlerdeki kadar gelişmiş olmamasından ötürü, Erdoğan’ın öngördüğü gibi, Türkiye’nin vartayı nispeten "ucuz atlatması" da yine ihtimal dahilindedir.
Artı, ülkemizdeki iktisadi aktörlerin yine o "oturmuş" kapitalist devletlerdekilerine oranla daha elástiki davranabilmek marjına sahip bulunması, ayrı bir şans oluşturmaktadır.
Ne var ki, bu avantajların somut sonuçlar vermesi ve AKP liderinin ilk kullandığı ifadeyle "krizin Türkiye’yi teğet geçebilmesi";hiç olmazsa en asgari etkiyi yapması için, Ankara’nın dört dörtlük bir "buhran yönetimi" gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Bunun için de, ekonomik paketve ardındaki IMF antlaşması bir yana, yerel seçimlere rağmen iktidar partisinin popülist politikalardan kaçınması kesin zorunluluk oluşturmaktadır.
Zira yine unutmayalım ki, yukarıda dediğim gibi, küresel mali piyasalardaki kriz reel sektöre esas itibariyle, o seçimlerin yapılacağıi bahar aylarından itibaren damga vuracaktır.
O halde doğru, bir şansımız vardır, ama bu şans ancak iyi kullanımla meyve verebilir.
Yarın, kapitalist ekonomilerdeki dönemsel buhranların tarihi kökenlerini işleyeceğim.