FERDİ Tayfur’un "Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim" şarkısı yalnız Türkiye’yle sınırlandırılabilir mi? Yerel bir yakınmadan öteye gitmediği iddia edilebilir mi?
Hadi biraz genişletelim, sırf iç göç tragedyasını yaşayan ülkelere indirgenebilir mi?
Hayır ve bin defa hayır!
* * *
ÖYLE, çünkü "köye dönmek", yani özünde "toprağa dönmek" hayalievrenseldir.
Zaten de kökeni Batı’ya uzanır. Kırsal üretimden sanayiye geçişin sancılarıyla başlar.
Üstelik, sorun ekonomik boyutla da sınırlı değildir. Travma sonsuz derinlerdedir.
Zira, o köye ve o toprağa dönüş talebi aslında, "modern zamanlar"ın yıkmış olduğu bir "geleneksel toplum"u arayıştan kaynaklanır. Mevsimlerin ritmindeki eski hayatı özler.
Dolayısıyla, Tayfur’un "Köyümüze Dönelim" güftesi ve önceki gün filozof Martin Heidegger’den aktardığım "köylülüğe övgü" alıntısı, tamamen ortak ve tamamen aynıdırlar.
Her ikisi de, bilinçaltındaki veya üstündeki bir "anti-modernite" isyanını haykırırlar.
* * *
NİTEKİM, 1. Harp ertesi Almanya’sında gelişen "Muhafazakár Devrimci" akımın "völkisch" tandansına yakın duran o Heidegger’den az biraz daha eskiye çıkalım.
"Sağ" kanatta Johann von Herder’den Charles Maurras’a; "sol" cihette de Charles Fourrier’den Piotr Kropotkin’e, şehirli modern toplumun arázlarını eleştirdikten sonra, nihayetinde yine "köyümüze geri dönelim" diyen teorisyenler saymakla bitmez.
Yönümüzü doğuya çevirirsek Rusya’da karşımıza, "kırsal"a giden "narodnik" halkçıhareket veya aynı köylülüğü kutsallaştırdığı için mujik gömleğinden şaşmayan Tolstoy çıkar.
Batıya döner ve 2. Savaş başına gelirsek de, Alman işgalcilerle işbirliği yapan Fransız hükümetinin "Milli Devrim"i, çift süren köylü afişi ve "ebedi toprak" şiarıyla bütünleşir.
Ve nihayet, yetmişli yılların "hippi"; bugünün de "çevreci - ekolojist" akımları son tahlilde, yukarıdaki "anti-modern" içerikli "toprakçılık" hareketlerinin doğal uzantısıdır.
* * *
O halde, demek ki ortada modern zamanların yarattığı bir sorun var. Çözümlenmiyor.
Ve bu sorun maddi açıdan ekonomik, manevi açıdan ise metafizik bir boyut içeriyor.
Káh Ferdi Tayfur’un dönüş çağrısında, káh Martin Heidegger’in köylülük övgüsünde, káh da çevrecilerin kimyevi gübre düşmanlığında hayat buluyor.
Nihayetinde de, dönüp dolaşıp hep "köy" ve hep "toprak" temalarında odaklanıyor.
Dolayısıyla da, son derece somut, son derece güncel ve son derece pragmatik bir noktadan yola çıkarak, şimdi şu tür sorular sormak gerekiyor:
* * *
TAHIL fiyatlarının dünya piyasalarındaki fahiş pahalılanması eğer bir bölüm insanlığı bugün kıtlık raddesine itiyorsa; eğer "açların isyanı" tekrar dayatıyorsa, "köyümüze geri dönelim" talebini cidden düşünmek ve cidden tartışmak yeniden gündeme gelmeyecek mi?
Çünkü, yukarıdaki talep ilk bakışta ne kadar muhafazakar, "arkaik" (!) ve "gerici" (!) gözükürse gözüksün, koyun klonlamasına rağmen eğer modernite hálá "işkembe sorunu"nu çözümleyemediyse, bu dehşet olgu o modernitenin kendi iç çelişkilerini yansıtmıyor mu?
Söz konusu çelişkiler de, ölçüsüz bir tekno-sanayileşme ihtirasından, yine Heidegger’in deyimiyle kentlinin köylüyü "müze objesi görmek" merakına; artı, tarım sübvansiyonu tırpanlayan devletlerin toprak insanlarını şehre mahkum etmesinden, insafsız ve izansız bir piyasa ekonomisinin insani fıtratı hiçe saymasına, sonsuz geniş bir yelpazeye yanılmıyor mu?
"Açların isyanı", modernitenin kendi zaaflarını sorgulamasını şart kılmıyor mu?
Evet, evet öyle ve de bu soruların cevabını çok ama çok ácilen, yani artık gerisin "geri dönülecek" bir köy dahi kalmadan önce bulmak gerekiyor.