Paylaş
Onun adına gerçekleştirilen, uygulanan ve dayatılan şeyler diğer bütün öteki iman ve inanç sahiplerine dehşet saçıyor. Panik yaratıyor. Giderek de evrensel bir nefret körüklüyor.
Nitekim bir korunma içgüdüsü olarak doğan “İslamofobi” sırf Hıristiyan âlemde değil Konfüçyanist, Budist, Hinduist diğer din kültürlerinde de artık normal, hatta haklı addediliyor.
ÖYLE, zira sadece 24 Aralık Noel ve 31 Aralık Yılbaşı geceleri Hıristiyanlara karşı gerçekleştirilen korkunç saldırıların faturası bile yukarıdaki saptamayı doğrulamaya yetiyor.
Kahire kilisesindeki ayin-i ruhanide bomba patladı ve 21 Kıpti hayatını kaybetti.
Nijerya’da ibadethaneler kundaklandı ve salipli dine mensup 62 kişi can verdi.
Zaten 80 Asurînin katledildiği Irak’ta ise yine ayin çıkışı üç İsevi öldürüldü.
Filipinler’de de kiliseye tekrar bomba atıldı ve bir papazla cemaatten beş kişi yaralandı
Ve tabii, sırf iki günle sınırlı tüm bu cinayetler “İslam”(!) adına işlendi.
ELİMLE koymuş gibi biliyorum, savunma mekanizması şimdi şu tezi geliştirecek:
“Canım birkaç teröristin, bir avuç fanatiğin, bir dizi meczubun bu haltları yerken
‘İslam’ sıfatını kullanmış olması bütün bir din geneline mal edilebilir mi?”
Sonra da Endülüs’ten Osmanlı’ya, farklı imanların ortak yaşadığı örnekler sıralanacak.
İlk bakışta kısmen haklıymış gibi gözüküyor ama aslında kazın ayağı hiç öyle değil!
DEĞİL çünkü en önce, Manila’dan San Francisco’ya veya Şanghay’dan Kopenhag’a, Müslüman aidiyetten olmayan her hangi bir “sokaktaki adam” ne öyle uzun boylu İslam tarihinden haberdardır, ne İbn Arabi okumuştur, ne de ilâhiyat kitapları devirmiştir.
Adı üstünde “sokaktaki sıradan”, gördüğü, yaşadığı, öğrendiği şeylere göre tavır alır.
Nitekim de, bu defa Müslüman kimlikli bir “sokaktaki adam” Hıristiyanlığı ya hâlâ Haçlı Seferleri ya da yabancı gümrüklerdeki pasaport ayırımcılığıyla özdeşleştirmiyor mu?
Eh yukarıdaki İsevi “sıradan” da Muhammediliği 11 Eylül imajları, kilise bombaları, Şii ? Sünni boğazlaşmaları veya Paris yahut Utrecht banliyölerinde önce sokak ortasında çanta kapan, sonra da banyo küveti içinde kurban kesen Mağribi komşularıyla özdeşleştiriyor.
Üstelik geçen bir yüzyıla baktığımız takdirde de Dar-ül İslam’ın kamusal ve kitlesel alanda hiçbir “hoşgörüyle” (!) bağdaşmayan bir resmi ve sivil tavır sergilediği göz çıkartıyor.
GÖZ çıkartıyor ve başkasına çuvaldız batırmadan önce iğneyi kendimizde deneyelim.
20. yüzyıl başı Türkiye’sinde yaşayan ahalinin en az beşte biri Hıristiyan değil miydi?
Şimdiyse binde yarımlardan falan söz ediyoruz! Yoksa buhar olup havaya mı uçtular?
Sonra, öz be öz Kutsal Topraklar’ın insanı olan “Şark İsevileri”nden bugün Irak’ta, Filistin’de, Suriye’de, Ürdün’de kaç kişi kaldı? Sayı ve oran her an daha da azalmıyor mu?
Yahut Mübarek hükümetinin son katliam ertesi timsah gözyaşları dökmesine rağmen, nüfusun onda birini oluşturan ve Mısır’ın esas yerlisi olan Kıptiler aslında onun onayıyla yine öz be öz kendi vatanlarında binbir ayırımcılık, aşağılama ve saldırıya maruz kalmıyorlar mı?
Artı, kıyam sonrası Papa Hıristiyanlar korunsun çağrısı yapınca “içişlerine karışma”
diye hiddetlenen El Ezher imamı o Kıptiler aralıksız katledilirken acaba kaç “din hürriyeti” fetvası vermişti? Batı’daki “İslamofobya”yı lânetlerken de “dış işlerine”
mi karışmıştı?
TEVİLE yer yok, aidiyetini taşıdığımız İslam korkutuyor ve korkuyla özdeşleşiyor!
Bu korkuyu yok edebilmek de yalnız ve yalnız, tanım doğru veya yanlış, “İslami”
sıfatıyla algılanan şahıs, önder, cemaat, kurum veya partilerin cesaret mücadelesinden geçiyor.
Paylaş