Paylaş
Çünkü pek çok gözlemci gibi ben de “Yasemin Devrimi” konusunda yanıldım.
Tahminimim tersini temenni etmiştim ama soğuk ve nesnel olduğunu düşündüğüm o tahmin, Akdenizli çiçek kokusunun Arap Âlemine pek yayılamayacağı yönünde olmuştu.
Ne mutlu, o öngörüm yanlış fakat o dileğim doğru çıktı.
YANLIŞ çıktı, zira yukarıdaki isyan kokusu çölün hamsin rüzgârıyla değil ama postmodern zamanların “iletişim fırtınası” sayesinde doğuda Fizan’ı, batıda da Sahra’yı aştı.
Benim hesaba katamadığım oranda muazzam ve devasa bir “sanal fırtına” esti.
Devrim cep telefonuyla, dizüstü bilgisayarıyla, televizyon ekranıyla muzaffer oldu.
Şarkta Mısır’ın “Büyük İhtilal”i derken Nil sularında girdaplı akıntısına dönüştü.
Garpta Cezayir ve kısmen Fas derken Atlas Okyanusu’na ulaştı.
Hatta Yemen, şimdi de Bahreyn falan derken Arap Yarımadası sahilinde yıkanır oldu.
HİÇ şüphesiz ki bu, muazzam bir dinamiktir! Tarihi bir gelişmedir!
İsrail’le cenk edilmiş dört savaşı bile geçin, olay ancak Cemal Abdülnasır’ın 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirmesinden sonra Arap Âlemi’ni kamçılayan ivmeyle kıyaslanabilir.
Dolayısıyla da biraz daha ileri gidebilir ve Mao’nun eski Çin atasözünden apartıp vülgarize ettiği lâfı dahi kullanabiliriz: “Tek bir kıvılcım bütün bozkırı tutuşturur.”
Peki de, gerçekten tutuşturabilir mi ve tutuşturabilecek mi?
İMDİİ, madem ihtiyatlı davranmama rağmen Tunus sütünde bile ağzım yandı, o halde müsaade buyurun da yukarıdaki soruya yanıt ararken yoğurdu haydi haydi üfleyerek yiyeyim.
Oysa ilk ve yüzeysel bir bakışta “evet, tutuşturabilir” varsayımı ağır basıyor.
Bilhassa da, henüz yenisi bilinmese dahi Arap dünyasının kalbi, beyni ve cüssesi olan Mısır’da eski rejimin düşmesi, bu coğrafyaya kıvılcımı yayacak ana faktör olarak şekilleniyor.
Üstelik yöre ülkelerinin dini veya laik diktatörlüklerle yönetilmesi; geniş kitlelerin de ya refah sıkıntısından ya o refahın adaletsiz dağılımından dolayı aynı yönetimlere derin öfke beslemesi, Bolşevik lügatte “devrimin olgunlaşma şartları” denilen duruma uygun düşüyor.
Ancaaak!
ANCAĞI şu ki o “kıvılcım tutuşması”nı engelleyen zıtları de görmek zorundayız.
Bu engeli de tek tük kaktüs ve palmiye yetişen çölde bozkırın olmaması oluşturmuyor.
Yangının sirayetini önleyen güç çok açıkgöz, çok ehil ve çok teçhizatlı bir itfaiyedir!
En güçlü arasözlerle donanmış ve donatılmış; en uzun hortumlarla sarınmış ve sarmalanmış: en dolu sularla stoklanmış ve stoklandırılmış bir itfaiye ki, adı despot devlettir!
Kahire’de ahaliye deveyle saldıran milis, Cezayir’de halka kurşun sıkan ordu; Riyad’da kelle uçuran cellât, bunların hepsi ortak yangınları söndürmeye çalışan farklı itfaiyecilerdir
Dikkat ettiyseniz bir üst cümlede fiilleri hem etken, hem edilgen biçimde kullandım.
Çünkü ikinci durumda, en minik kıvılcıma karşı tedbir olarak o itfaiyelere oluk oluk para, araç ve gereç akıtan taraf çoğu defa ABD ve Batı; bazı durumlarda ise Rusya ve Çin’dir.
Dolayısıyla dış faktörler de enine boyuna tartılmadan bir “devrim” müjdesi verilemez. Üstelik diğer iki hayati Arap başkenti Riyad ve Cezayir’in, Yahudi olarak Tel-Aviv’in Farsi olarak da İran’ın hem aynı dış, hem de iç dinamikler karşısında tedbir aldığı kesindir.
O halde, “bir kıvılcım bütün çölü tutuşturur” tahmini bana hâlâ rizikolu geliyor.
Ama tabii ki tıpkı “Yasemin Devrimi”nde olduğu gibi yine o kıvılcımın sirayetini ve enkaz üzerinden de demokratik ve barışçı bir Ortadoğu yükselmesini temenni ediyorum.
Paylaş