Allah gani gani rahmet eylesin, aziz biraderler mektebinden atıldıktan sonra, oradaki edebiyat hocam Sabri Altınel’i bir gün evinde ziyarete gitmiştim.
Henüz on sekiz yaşındaydım, başımda kavak yelleri esiyordu ve kısa metrajlı militan filmlerden başlamak üzere, sinema yönetmeni olmak hayali kuruyorum.
Sabri Bey bunu duyunca, onun da hanidir kafasında kurduğu bir senaryoyu söyledi:
Geri planda fakir Üsküdar’ın ahşap evleri gözükecek ve pejmürde eşyalarla dolu bir atlı arabanın arkasından giden yaşlı bir adam, tekerlekler arnavutkaldırımı taşlarda sarsıldıkça ha bire düşen o eşyaları toplayarak yeniden arabaya koymaya çalışacak.
Hepsi bu kadar!
Edebiyatçı ve şair öğretmenimin bu senaryo projesini son zamanlarda öylesine çok hatırladım ki!
Hayır, tabii ki atlı arabayla taşınmadım.
Koca kamyon asfalt yolda kaydı ve eşyalarımı bir yerden öteki yere getiriverdi.
Eşyalarımı diyorum ama, aslında siz bunu sırf kitaplarım olarak anlayın.
İşte, af buyurun, her biri eşek ölüsü kadar ağır kitap balyaları yeni çalışma odamı dolduruverdi.
Ne olur ne olmaz, taban belki çökebilir kaygısıyla da hepsini ortaya istifletmedim.
Balyaları, daha önce tavana kadar monte ettiğim ve konulara göre üzerlerine etiket yapıştırdığım kütüphanelerin önüne, bu defa onların üzerindeki konulara göre dağıttım.
Biliyorum, bunları yerleştirmesi eziyetli olacak ama, eh, hiç olmazsa tedbirli davrandım ya!
Bir; son derece ayrıntılı şemalar çıkarttım ve eski kütüphanedeki kitapların yenisinde nereye geleceklerini milimetrik biçimde hesapladım.
İki; bununla da yetinmedim ve her kütüphaneyi ve her rafı teker teker, yakın plandan fotoğrafladım.
Normal olarak, birkaç istisna hariç büyük sorun çıkmaması gerekiyor.
Evet normal olarak, çünkü işin "anormal" yanını hiç düşünmemiştim.
Nitekim, balyalardan bir tanesini açtım, iki tanesini açtım, üç tanesini açtım.
Ve, derhal kapattım!
Bir tanesini de, iki tanesini de, üç tanesini de alelacele kapattım.
Bir daha da galiba hiç açamayacağımı düşündüm. Öyle, çünkü üzerinde "felsefe" yazılı kutuya hücum ediyorum, tamam, belki üç beş tane Spinoza veya Kant kitabı çıkıyor.
Fakat sonra, aniden, Karabekir’in "Kurtuluş Savaşımız"ı beliriyor.
Ardından da Mahmud Kemal İnal’ın "Son Sadrazamlar"ında ikinci cilt beliriyor.
Ya da, üzerine "çizgi roman" ibaresi düşülmüş balyayı açıyorum, haydaa, karşımda "Maltalı Kortes"in maceraları ve "Patavatsız Gaston" koleksiyonu değil, Andre Fontaine’nin "Soğuk Savaş Tarihi" ve Ahmet Muhip Dranas’ın "Seçme Eserleri" peydahlanıyor.
Delireceğim, ne alákası var ve olabilir?
Latince, Fransızca sözlükle, Amerikan efsaneler albumü arasında nasıl bir ilinti kurulabilir?
Daha neler, her halde Çiçero’nun ateşli nutuklarıyla "Studebaker" kamyonetlerin nikelajını birbirine karıştıran ben değilim.
O ben ki, geçen pazar sözünü ettiğim gibi düzen bab’ında zaten bir "manili adam"ım, iş kitaplarıma ve kütüphanelerime geldiği takdirde hepten "manyak"ım.
Konulara; konuların içinde de, durumuna göre, káh kronolojik, káh alfabetik sıraya göre tasnif edilmiş olan binlerce ve binlerce kitabım nasıl böylesine bir kaosa sürüklenebilir?
İYİ NİYETLİ TAŞIYICILAR
Anladım.
Kızımın ve refakatçimin "üzülme, bir yolunu bulur ve eskisi gibi yerleştiririz" diye beni teskin etmeye çalışmasına rağmen ayaklarımı balyalara dayamış biçimde iki gözüm iki çeşme ağlarken, aniden, kütüphanemin niçin bu duruma düştüğünü anladım.
Sağolsunlar, iyi niyetli taşıyıcılar, her bir rafı ayrı ayrı balyalara yerleştirecekken, fazla hacim tutmasın da çok para ödemeyeyim diye, boş kalan yerleri diğer raflardaki kitaplarla doldurmuşlar.
Ve dolayısıyla da, işte ortaya, İngiltere’deki bilmem ne hanımın yazdığı "Kral Charles Cinsi Köpekleri Terbiyeli Eğitim Kılavuzu"yla, Avusturya’daki bilmem kim psikanalistin yazdığı "Rüyalardaki Bilinçaltı Simgeleri Yorumlama Kılavuzu"nun aynı balyada bulunduğu, hilkat garibesi bir kütüphane düzeni çıkmış.
Balyaları olduğu gibi boşaltım ve kitapları aynen çıktıkları gibi, kütüphaneye gelişigüzel yerleştirdim.
Haftalar var ki, öyle duruyorlar. Elim, bir nebzecik düzeltmeye dahi varmıyor.
Ve düşünüyorum ki, eğer Sabri Altınel Hocamın kısa metraj senaryosundaki gibi olsaydı, arnavutkaldırımında sarsılan atlı arabadan düşecek kitapları teker teker toplarken, hiç olmazsa bunları kronolojik ve alfabetik sıraya göre tekrar yerine koyardım.