Paylaş
Saate baktığımdan değil “brunch” kampanasının çalmasından anladım.
Elinde çan, otel görevlisi saat onikide servise girecek lokantanın açıldığını haber verdi.
LOBİDEN dâhili mekâna giden koridorun uzun camekânından dışarısını gördük.
Tipiden ziyade lapa lapa denilen cinsten yağıyordu. Etraf aniden bembeyaz kesmişti.
Oysa birkaç dakika önce de buz üzerinde yürüyerek gelmiştik ama hiç yağış yoktu.
Sonra salona girdik. Noel arifesi ya, garson masamızı gösterirken piyanodaki siyahî adamın Benny Goodman’vâri bir “Far Away Christmas Blues”da gezindiğini işittim.
Kabul, musiki tabii ki “günü manâ ve ehemmiyeti” uygun düşüyor.
Halbuki yine de cazi tınılar yerine Franz Schubert’in “Kış Yolculuğu” “lied”lerini dinliyor olmayı tercih edeceğimi düşündüm.
Karla birlikte bana hüzün mü indi nedir bilemiyorum, hani şu “Hiçbir seyyahın geri dönmediği yolculuğa çıkacağım” diyen “Der Wegweiser” vardır ya, meselâ onu isterdim.
OTURDUK. Kadehi ancak çeyreğinde doldurttuğum şampanyayla dudak ıslattım.
Davetliyim ve ayıp olmasın ama n’eyleyeyim ki gazozlu üzüm usaresinden hazetmem.
Fakat kurtlar gibi açım, kibar teşekkürden ve diplomatik hal hatır sormadan sonra derhal bilumum deniz mahsulâtının sergilendiği self-servis büfeye seyrettim. Hatta koştum.
Pergolanın vitrininden de tekrar avluya göz attım. Taze kar her tarafı kaplamıştı.
Zaten varolan ancak grimtırak bir renk arzeden önceki katların üstüne şu kısacık sürede belki dört, belki beş santim daha yağmıştı. Kesif biçimde yağmaya da devam ediyordu.
Zaten tabağımı tepeleme istiridye ve pavuryayla doldurup tekrar masaya döndüğümde hemen bütün konuşma bu yıl kışın Avrupa’da ne kadar amansız geçtiği konusuna odaklandı.
EVET, yılbaşını çocuklarım ve torunumla geçirmek için hanidir adım atmadığım o Avrupa’yım ki, iner inmez kendimi kara kışın ortasına buldum. Bekliyordum, sürpriz olmadı.
Nitekim beni bu kalburüstü otelde Pazar “brunch”una davet etmiş olan refakatçimin ebeveynleri de uzun uzadıya aynı kış şartlarından konuştular. Haklı olarak yakındılar.
Karın onyedi gündür yerden kalkmadığını; böyle erken başlayan ve böyle aralıksız süren başka yıl hatırlamadıklarını; karayollarının, belediyenin, şimendiferin iyi çalışmadığını; müşteriler Noel alış verişine çıkamadığı için de mağazaların kan ağladığını anlattılar.
Allah’tan hem güngörmüş, hem de mantıklı insanlar!
Ekolojist mürtecilerin buyurduğu, “mevsimlerin şirazesi uygarlığın sebep olduğu çevre kirliliğinden dolayı çıktı” türü yobaz “açıklama”larına (!) metelik vermiyorlar.
Aksi takdirde hemen nevrim dönüverirdi ki, nezaketen belli etmemeye çalışsam dahi yine de anlaşılırdı. Dolayısıyla masadaki samimi hava dışarıdakinden bile buz keserdi.
Artı, ne tabağımı bir yarım düzine daha istiridyeyle doldurmak, ne de pavuryaların tombul pençelilerinden seçmek için büfeye tekrar tekrar gidecek deniz iştahım kalırdı.
BİRDEN kulak verdim, piyanist başka bir Noel şarkısına geçmiş.
Cazla pop arasındaki bir “Manhattan Transfer” usulü “White Night”eyi icra ediyor.
Sonra kahve, konyak, hesap, teşekkür falan, ayrılmak üzere hep beraber dışarı çıktık. Eyvah, kardan, tipiden, buzdan göz gözü görmüyor! Şehir donmuş. Kefen örtünmüş.
Ne yaya, ne oto, beyaz sükûnet irkiltici raddeye varmış. İn cin kartopu bile oynamıyor.
Yine Schubert’in yine “Kış Yolculuğu”ndan “Gute Nacht”ın ilk dizesini hatırladım:
“Yabancı geldim, yabancı gidiyorum...”
Paylaş