DAHA önce de söyledim, yaklaşık otuz beş senedir ve hemen hiç aralıksız yabancı basını izliyorum, Türkiye konusunun böylesine yoğun biçimde işlendiğini asla görmemiştim.
Ve, aslında bir ‘‘Ankara Zirvesi’’ olarak geçecek olan Kopenhag doruk toplantısına kırk sekiz saat kala, yukarıdaki yoğunluk daha da artıyor.
Nitekim, hafta sonu kapağında Sultanahmet Camii fotoğrafı ve ‘‘Türkiye Avrupa'ya aittir’’ puntosuyla yayınlanan ‘‘Economist’’ dergisinin büyük ölçüde İngiliz karar odaklarına tercüman olması bir yana, dün de aynı İngiltere'nin Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Denis Macshane,bu defa ‘‘Liberation’’ gazetesi aracılığıyla Fransız kamuoyuna sesleniyordu.
Başka bir deyişle, ‘‘Bir Türk demokrasi modeline doğru’’ başlığını taşıyan ve ülkemizin neden AB'ye dahil edilmesi gerektiğini tarihi, felsefi ve siyasi boyutlarıyla açıklayan Macshane, Paris'e yönelik olarak ‘‘kulis’’ gerçekleştiriyordu.
Böyle bir gelişme uluslararası areneda çok nadirdir. Düşünün ki, yarın Danimarka başkentinde resmen Londra'yı temsil ederek doğal partöneri durumundaki Fransa'yla birlikte, ‘‘üçüncü taraf’’ birAnkara hakkında oy kullanacak olan Büyük Britanya Bakanı, söz konusu oylama arifesinde, o ‘‘üçüncü taraf’’ lehine ve o Fransa nezdinde propaganda yapmaktadır.
Eğer ortada dev bir ciddi irade ve hayati bir dönemeç yoksa, en gözde lobi şirketlerine oluk oluk para akıtın, bu tür bir girişimi hayata geçirtmek mümkün olamaz. Olmaz.
Demek ki, Kopenhag'a kırk sekiz saat kala ortada henüz kesinleşmiş bir karar yok!
Durumu, bir üye devlet yetkilisinin diğer bir üye devletteki ‘‘rical’’ ve kamuoyunu etkilemek için ‘‘kolları sıvaması’’na zemin verecek ölçüde ‘‘ortada’’ görmek gerekiyor.
Madem medyadan yola çıkarak kamuoyuna geldim, oradan devam edeceğim.
* * *
YİNE Fransa'da ve yine dün yayınlanan ‘‘Le Figaro’’nun birinci sayfaki tam altı sütunluk manşetini, ‘‘Türkiye Avrupa'da: Fransızlar ne düşünüyor’’ başlığı oluşturuyordu.
Anladınız, gazete ünlü sondaj enstitüsü ‘‘IPSOS’’a bir kamuoyu araştırması yaptırtarak ülke ahalisinin, Ankara'nın muhtemel AB üyeliğine nasıl baktığını soruşturmuş.
Lafı dolaştırmadan sonucu hemen söyleyeyim, halkın yüzde 56'sı ‘‘hayır’’ diyor.
Ama tekrar hemen ekleyeyim, bu oran atla deve değil ve izafileştirmek gerekiyor!
* * *
DEĞİL, çünkü en önce, bazılarımızın sandığının veya arzu ettiğinin tam tersine, Fransa'daki çoğunluğun ‘‘istemezük’’ünde dini-kültürel unsur asla belirleyicilik taşımıyor.
Ankara üyeliğine karşı çıkanların içinde dahi İslami kimliği bahane gösterenlerin oranı yüzde 22'yi geçmiyor ki, müsaadenizle bu kadarcık ‘‘mürteci’’ her tarafta bulunur.
Buna karşılık, genelde yüzde 42, ‘‘anti’’lerde ise yüzde 46 oranla ve büyük farkla başa oturan nedeni, atmış beş milyonluk bir Türkiye'nin AB'ye dahil olması durumunda Avrupa'ya‘‘akın akın gurbetçi ihraç edeceği’’ korkusu oluşturuyor.
Yani, esas sorun, zaten işsizliğin kronikleştiği Fransa ve diğer Yaşlı Kıta devletlerinde hüküm süren, ‘‘gelirler de ekmeğimi kaparlar’’ türü bir ‘‘cüzdan meselesi’’nde odaklanıyor.
Zaten, en yüksek ‘‘hayır’’ oranına işçiler, köylüler ve memurlar arasında ulaşılması; buna karşılık hem 18-24 yaş arasındaki gençler grubunda, hem de ‘‘sol’’ partilere oy verenler içinde ‘‘evet’’in öne geçmesi, yukarıdaki sosyo û politik çerçevenin doğruluğunu kanıtlıyor.
Özetlersek, genelde ‘‘sağ’’ eğilimli; gelir dağılımda orta- dar skalaya ait ve hafiften ‘‘yaşını başını almış’’ Fransızlar, yarıdan biraz fazlayla Ankara üyeliğine karşı çıkıyorlar.
Ve dediğim gibi, bu oran dev bir payda oluşturmadığından ve Türkiye'den biraz önde olsalar dahi diğer bazı aday ülkeler için de durum ahım şahım sayılamayacağından, ‘‘Le Figaro’’ sondajını göreceleştirerek okumak ve hiç mi hiç ‘‘paniklememek’’ gerekiyor.
Yarın, ‘‘Hayati Zirve’’ye yirmi dört saat kala öncesiyle devam edeceğim.