Kim, ne bekliyordu ki

EH, tabii ki Genelkurmay Plan ve Prensipler Dairesi’nin mahremine vakıf değilim!

Dolayısıyla, aşağıdaki hipotezimi hiçbir zaman ispatlayamam. İspatlayamayacağım da.

Fakat yine de, yüzde doksan dokuz virgül doksan dokuz ihtimalle doğru olduğuna inanarak, şu iddiayı kesine yakın ölçüde öne sürüyorum.

* * *

ZAP - Kandil operasyonu daha ilk andan, zamanı ve mekánı çok sınırlı hazırlanmıştı.

"Zaman" derken, aşağı - yukarı bir haftalık - on günlük bir süreyi çağrıştırıyorum.

Sonuçlara göre de, belki birkaç gün daha kısalabilir veya uzayabilirdi. Ama, o kadar!

"Mekán" kelimesiyle de zaten harekátın gerçekleştirilmiş olduğu sahayı kastettim.

Dolayısıyla da, biline ki "uzun savaş" beklentileri hezeyándan öteye gitmiyordu.

* * *

O halde en önce bir; Genel Kurmay’ın "harekátın önceden planlandığı çerçevede noktalandığı" açıklaması tamamen doğrudur. Baştan sona kadar gerçeği yansıtmaktadır.

Dolayısıyla da iki; malûm "ulusalcı" cihetin "ABD bastırınca süt dökmüş gibi ricat eyledik (!)" feryátları tabii ki ceháletten kaynaklanmaktadır.

Çünkü üç, az biraz kafası çalışan herkes anlamıştı ki, 5 Kasım’daki Erdoğan - Bush mutabakatı bir TSK operasyonuna ceváz veriyordu ama, kimseye açık çek imzalamıyordu.

Yukarıda değindiğim gibi, "zamanda ve mekánda sınırlama" şartını da içeriyordu.

Ve ayrıca dört, "sıcak saatler" (!) boyunca medya silahşorlarının ve emekli paşaların gazına gelip de şimdi "niye çekildik" diye zırvalayanlar aslında hem kendi ülkelerini aşağılıyorlar; hem de operasyonun taktik getirilerini yeni zengin müsrifliğiyle harcıyorlar.

* * *

EVET öyle, çünkü Ankara 5 Kasım’da PKK’ya ilişkin "kırmızı çizgileri"ni ve "sabır noktası"nı Beyaz Saray’a ilettiği gibi, Bush da Irak Kürtleri konusundaki kendi sınırını çizdi.

Washington, zamanda ve mekánda aşılmamasını arzuladığı ana hatları belirtti.

Nihayetinde de, ABD bilgi aktarmayı ve Erbil’i "yatıştırmayı", Türkiye ise yukarıdaki süre ve coğrafya sınırına uymayı kabullendi.

Malûmu mu ilán edeyim, her mutabakat böyle bir orta eğilimde uzlaşmak demektir.

Ve, taraflardan biri o uzlaşıyı bozduğu takdirde de "bozuşma" ve "boşanma" başlar.

* * *

İMDİİ, durum buyken ve hükümet tarafından zaten an be an bilgilendiren TSK bir de Pentagon’la direkt kanallara sahipken, Ordu "Güneş Harekátı"ndan başka ne yapacaktı ki?

Silahlı Kuvvetler’in yukarıdaki gerçekliği görmezden geleceğini; yani, tarafların uyması gereken mutabakat maddelerini çiğneyeceğini hangi aklı evvel düşünür ve isterdi ki?

Kuzey Irak’ın "fethedileceği" (!) hayálciği mantığa ve havsalaya sığar mıydı?

Zaten, Allah yazdıysa bozsun, "ulusalcı" zevátın arzuladığı "meydan okuma" eğer gerçekleşseydi, o zaman "militarist" diktatorya altındaki bir Türkiye’den söz eder olacaktık.

Bunun lánet faturasını da totaliter ve yoksul coğrafyalara sürüklenerek ödeyecektik. Kaldı ki aynı TSK daha en başta "geçici ve sınırlı müdahale" diye açıklamamış mıydı?

Artı, taktik açıdan da muzaffer olunduğuna göre, "Maocu karanlıkçılar"ın "keşke tabutları dönseydi" cenaze levazımatçılığı, onlarınkinden başka kimin teneşirini paklar ki?

Ancaak...

* * *

ANCAĞI şu ki, evet, harekát sırasında hem askeri, hem de sivil kanadın aynı ölçüde alargalık, acemilik ve sallapatilik sergiledikleri çok, çok vahim bir yönetimsizlik yaşandı.

Şükür, öyle uluslarası planda ve dış arenada falan değil ama, ciddi bir askeri ve diplomatik başarı Türkiye kamuoyu nezdinde boşuna çarçur edildi ki, bunu yarın işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları