SULUGÖZLÜ sayılmam. Cadaloz ağıtçılar gibi zırt pırt hüngürdediğim vaki değildir.
Zaten bırakın zırt pırtını, hani o "ağla, açılırsın" denilen tarzdan ve insanı rahatlatan cinsten yarı histerik krizler bile bana hemen hiç uğramazlar.
Heyhat, zahir "Spartavari" yetiştirilme tarzımdan ve iliklerime işlemiş mantıkçı soğukluktan olacak, keder veya neşe hissiyatlarımı kolay kolay dışavurumam.
Onları gizlemeye, dizginlemeye, gemlemeye; sünnet, hadım ve iğdiş etmeye alıştığım, daha doğrususu buna şartlandırıldığım içindir ki "metin insan" (!) kategorisinde addedilirim.
Hatta, yürek acısı, yakın cenazesi, felaket haberi, ne bileyim ben, sevgili ayrılışı gibi en iki gözü iki çeşme ağlanması gereken durumlarda bile bir put donmuşluğuyla kala kalırım.
Dolayısıyla, hem kendi kendime duyarlılık skalam konusunda şüpheye düştüğüm, hem de başkalarının "herifçioğlu taş gibi" türünden bakış ve ayıplamalarına maruz kaldığım olur.
N’eyleyeyim, demek bilinçaltı korkunç biçimde bastırılmış benliğim farklı tür bir algılama süzgeci kullanıyor ki, bunun tezahürünü mendil kullanmak raddesine varamıyorum.
Halbuki, geçen Cumartesi gecesi işte o mendile ihtiyaç duydum!
***
EVET evet, daha ortada fol yok, yumurta yok, ışıklar henüz yeni sönmüş ve akordeonun ancak ilk tınıları işitilmeye başlanmıştı ki, çok acilen ihtiyaç duyduğum için, yan koltuktaki refakatçimi hayli nezaketsiz bir biçimde dürtükleyip kağıt mendillerinden istedim.
Tabii ki, Muammer Ketencoğlu Usta’nın kendisine refakat eden "Balkan Yolcuğu" topluluğuyla beraber Cemal Reşit Rey salonunda verdiği konserden bahsediyorum!
Uvertürün yapıldığı "Karanfilçe Devoyçe" adlı Sırp aşk şarkısını kastediyorum.
Ve de sakın sanılmasın ki, kendimi frenlemsem hüngürdeyecek ölçüde duygulanmam, zaten tek kelimesini anlamadığım İvo Andriç dilindeki aşka hüzünlenmemden kaynaklandı.
Aksine, o harikuláde Gagavuz türküsü "İhtiyar Kaz" dahil, Balkan’ın bütün kıvraklığıyla seyircileri ayağa kaldıran en neşeli musikilerde dahi, bendeniz mümkün mertebe göstermemeye çalışarak, refakatçimin mendil paketini bitirmeye devam ettim.
Ketencoğlu Usta, virtüoz müzisyenleri ve harikuláde vokalistleri salonu Tuna’nın, Tunc’nın, Vardar’ın, Drina’nın, Meriç’in dayanılmaz akıntılarında ve tam onbir ülkenin tam altı ayrı lisanında sallarken, ben resmen sulugöz kesildim ve de yaşlar akıtmayı sürdürdüm.
***
İHTİMAL vermiyorum ki, usta ne kelime üstád; hatta etno-müzikteki bilgeliğinden dolayı dünya çapında bir üstád-ı azam saydığım Ketencoğlu’nun onu daha ilk işittiğim andan itibaren beni böylesine etkiliyor olması, kendisinin emsálsiz musikişinaslığıyla sınırlı kalsın.
Sanıyorum ki,eğer benim gibi bir "put adamı" dahi hem CD’lerini dinlerken, hem de konserlerini izlerken ve her defasında ağlatıyorsa, bu, Muammer Ketencoğlu’nun aynı zamanda sınır, dil, din ve ırk barikatlarını akordeon notalarıyla berhava eden ve ses tınılarıyla dinamitleyen muazzam bir hümanizma yansıtmasından kaynaklanıyor.
Üstelik, bunu, hepsi Osmanlı coğrafyasına dahil olan ama "ulus devlet" mikrobunun ve milliyetçilik vebasınını bulaştığı günden bugüne dek komşunu gırtlaklamaktan çekinmemiş bütün bir Balkan sathı ahalisine yayması, onu daha da i-n-s-a-n ve i-n-s-a-n-c-ı-l kılıyor.
"Mübadele" denilen dehşet belálarla mekán değiştirmek zorunda kalmış her halk ve etnisiteyi ayırım gözetmeden ve hep birden kucaklaması, Ketencoğlu’nu sonsuz taçlandırıyor
Dolayısıyla, bana sorarsanız Muammer Ketencoğlu,edebiyat Nobel’i kazanan Büyük Orhan Pamuk’tan sonra, barış Nobel’i için ülkemizin ikinci potansiyel adayını oluşturuyor.
Hayır, hayır ! Sırf ülkemiz için değil, ortak şarkılarımızdaki ortak "hayde"nin "h"sını telaffuz eden ve etmeyen tüm bu coğrafyanın insanları için yine ortak aday niteliğini taşıyor.
O halde, hiç gizlemeden ve dizginlemeden ağlayabilim ki, "ayde bir mendil verin"!