HİÇ şüphesiz ki, dün 70. ölüm yılını idrak ettiğimiz Mustafa Kemal Atatürk rasyonalist ve pozitivist fikriyatla bütünleşen "aydınlanma düşüncesi"ni benimsiyordu.
Yani, 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı’da teorize edilmeye başlanan ve esas olarak da hayatı algılamak yöntemini "mantıkileştiren" genel akımın içinde yer alıyordu.
Sanırım ki, ultra veya anti "Kemalist", kimse bu nesnel saptamaya itiraz etmeyecektir.
Zaten de durum ortadadır ve gerek "Türk modernleşmesi", gerekse "Cumhuriyet devrimi" yukarıdaki düşüncenin çocuğudur.
***
ÁLÁ, dostu ve düşmanıyla Atatürk’ün yapmış olduğu genel tercihin ismi konusunda anlaştık ama, aynı tercihin niteliği konusunda da uzlaşabiliyor muyuz?
Yani, "aydınlanma düşüncesi"nin tanımlamasında; hadi, kılı kırk yaracak bir tanımı geçelim, hiç olmassa aynı düşüncenin anahatlarında da ortak bir dil tutturabiliyor muyuz?
Hayır! Bin kere hayır!
Mesele oraya geldi miydi işler çatallaşıveriyor ki, zaten de kıyamet bundan kopuyor.
***
EVET bundan kopuyor, zira yukarıdaki "esas ruhiyat"da tamamen çelişiyoruz.
Ancak, tartışmada sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmek için önce bunun altını çizeyim.
Zaten "aydınlanma düşüncesi"ni reddeden, dolayısıyla da Mustafa Kemal’e karşı olmalarını çok doğal karşılamak gereken kesimi bu yazıdan hariç tutuyorum.
Din ideolojisi taraftarlarından, post-modern partizanlara uzanan yelpazeyi kastettim.
Onlarla mevcut çelişki daha felsefi boyuttadır ve de şimdilik konumuza girmiyor.
***
FAKAT, bu satırlar yazarı da dahil, yukarıdaki "aydınlanma"nın ve "modernite"nin çocuğu olan; üstelik, haram ekmek yemedikleri için tabii ki Mustafa Kemal’i de sahiplenen diğer bir kesim daha var ki, kendilerine "Kemalist" ve "Atatürkçü" diyenlerin empoze etmeye kalkıştığı ve kıymeti kendinden menkûl bir "aydınlanma düşüncesi"yle uzlaşmıyor.
Teorisiyle de, pratiğiyle de uzlaşmıyoruz! Uzlaşmayacağız da!
Zira uzlaşmak, aynı "aydınlanma düşüncesi"ne ve aynı Büyük Kemal’e ihanet olur!
Çünkü, o "Kemalistler" ve "Atatürkçüler" - ki, bugün "ulusalcı" etiketi kullanıyor ve "statüko zaptiyesi" olarak sahneye çıkıyorlar - hem söz konusu evrensel düşünceyi, hem de bir iláha dönüştürdükleri Mustafa Kemal Atatürk’ü baştan sona tahrif ediyorlar.
***
EVET, henüz bir "Mustafa" filmini dahi kaldıramayacak ölçüde "kemale ermemiş" olan ve üstelik, dehşet bir totaliter ruhla "çocuklarınızı sinemaya göndermeyin" çağrısı bile yapabilen bu hazin ve pejmürde zevát her şeyden önce, yukarıdaki "iláh"ı, "put"u, "totem"i yaratmakla, "aydınlama düşüncesi"nin en can alıcı noktasına en baştan tecavüz ediyor.
Zira "aydınlanma" en önce, düşüncenin laikleşmesi; yani "lá-dinileşmesi" demektir!
"Mukaddes"in sorgulanması ve "iláhi"nin dünyevileşmesiyle başlar. Bu, abecedir!
Oysa, dogmaları, tabuları, ibadetleri; artı, "gülmeye vakit bulamayan" (!) heykelleri yahut "gökte oluşan bulut sergileri"yle bir "seküler din" üreten "Kemalistler" aslında "aydınlanma"nın değil, aksine, onun öncesinin zihin şemasından medet umuyororlar.
"Dünyevi"yi "semávi" kılarak, tabir caizse, bir "laik klise" teokrasisi dayatıyorlar.
Ve de tabii, bütün kliseler gibi, "aydınlanma düşüncesi"ni ve Kemal Atatürk’ü baş tácı etmelerine rağmen yukarıdaki "diniliği" asla kabullenmeyen hür fikirli insanları, kara Katolik Vatikan’a taş çıkartacak biçimde "sapkın" (!)ilán ediyorlar. Afaroza yelteniyorlar.
Yetmiş yıl sonra dahi hálá "kemale ermemiş" olan ve "Kemalist" veya "Atatürkçü" etiketine sığınan zevátın "aydınlanma düşüncesiyle" nasıl zıtlaştığını yarın da işleyeceğim.