Kazakiyat

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Bişkek'den gelen uçağım Almatı'ya inip otobüs bizi Stalin üsluplu merkeze ulaştırdığında, ‘homo Sovietucus’ denilen Sovyet insan modelinin kalıplaşmış yerleşim mimarisini yansıtan uzak egzotika şehrini hemen hiç yadırgamamıştım.

Nasıl yadırgarım? O sıralar henüz Kazakistan başkenti sıfatını taşıyan Almatı'yı kitabiyat sayesinde öylesine yakından tanıyordum ki...

Aleksandr Solyenitsin'in ‘Gulag’ anıları veya Eberhard Günter'in mülteci gençliği, ‘Kötülükler İmparatorluğu’ döneminde komünist sömürgecilere sürgün beldesi olarak hizmet etmiş bu mekan hakkında öylesine çok şey okumuştum ki...

Göçebe bir çadır konduyken Bolşevik kolonyalistlerin ‘metropol’ payesi biçtiği şehir Kazak motiflerine rağmen öz itibariyle Rus kimlik yansıtıyordu.

Ötesi, kapuskanın iç bayıltıcı lahana kokusuna ek olarak etrafta, Prag'dan Hanoy'a dek tüm kızıl coğrafyayı belirleyen totaliter kokunun ağırlığı vardı.

Moskova'dan bağımsızlığını dünyaya duyuralı zaman geçmiş olsa dahi, otel katlarında kimlik soran devasa ‘bubuşka’ veya kavşakta ters bakan trafik polisi Kazakistan'ı ‘SSCB Cumhuriyeti’ kılmaya devam ediyorlardı...

Siyasi durum da pek farklı değildi. Eski parti önderi Nursultan Nazarbayev cumhurbaşkanıydı ve Batı basınına ulaşan tek tük haberlerde muhalefetin nasıl susturulduğuna dair ayrıntılar yer alıyordu.

1993'de gittiğim Kazakistan hiç mi hiç demokratik bir atmosfer sunmuyordu.

* * *

ÖYLE anlaşılıyor ki başkentin Almatı'dan Astana'ya taşınması hariç altı yıl sonra da çok fazla bir şey değişmemiş.

Çünkü pazar günü yapılan oylamada yüzde 81 gibi neredeyse Sovyet dönemi skorlarına yakın bir oran tutturan Nazarbayev yine cumhurbaşkanı seçildi.

Zaten yasa alelacele değiştirilerek hem yaş sınırı, hem de başkanlık süresi Kazak lidere uygun hale getirildiğinden bu sandıkbaşı danışıklı döğüş olmuştu.

Ancak Nursultan Nazarbayev'e rakip olarak çıkanların da ne öyle ahım şahım bir tarafı vardı, ne de bunlar gerçek bir demokratik alternatif sunuyorlardı.

Dolayısıyla, ailevi ve otoriter iktidarına rağmen eski Sovyet memuru ehven -i şer şahsiyet ve istikrar unsuru yönetici konumunu korumaya devam ediyordu.

* * *

ÜSTELİK, Kazakistan örneği Türki cumhuriyetlerde özel durum oluşturmuyor.

Tersine, Türkmenistan'ın Türkmenbaşı'sı, Azarbaycan'ın Aliyev'i, Özbekistan 'ın Kerimov'u hatta Kırgızistan'ın Askarev'i, sonuncusu hariç istisnasız hepsi Sovyet ‘nomenklatura’sında yerel eşraf kimliğiyle en üst düzey yönetici olmuş olan bu liderler günümüzde de hemen hemen aynı otoritarizmi sürdürüyorlar. Adı değişse de tek parti, sıfatı dönüşse de tek şahıs sultasına devam ediyorlar.

Kaldı ki, müthiş bir kişi putlaştırılmasını kızağa koyan Türkmenbaşı ve en bariz polisiye metodları kullanan Kerimov'la kıyaslandığında Nazarbayev nerdeyse sütten çıkmış ak kaşığı andırıyor. Onların yanında melek kalıyor.

Kazakistan'daki seçim Türki cumhuriyetlerdeki genel kurala uygun düşüyor.

* * *

KUŞKUSUZ, gönül isterdi ki, uzak ecdad topraklarında da demokrasi tohumu yeşersin ve Amu Derya kanallarıyla sulanarak ata steplerinde gürbüz boy atsın.

Ama heyhat durum böyle değil ve gerçekçi davranmak gerekiyor.

Hiç bir sivil toplum geleneği olmayan ataerkil kabile boylarından kızıl totaliter ‘homo Sovietucus’un ikinci sınıf sömürgesi durumuna geçmiş olan bu akraba halkların demokrasiyi özümseme süreci daha çok zaman alacağa benziyor.

Dolayısıyla, kalıba göre biçilmiş bir oylamada Nazarbayev'in % 81'le Kazakistan cumhurbaşkanı seçilmesindeki gibi diğer Türki cumhuriyetlerde de üç aşağı beş yukarı aynı senaryonun tekrarlanmasını fazla yadırgamamak gerekiyor.

Şükür, biz hiç olmazsa Türki cumhuriyet değil Türkiye Cumhuriyeti'yiz...



Yazarın Tüm Yazıları