KİM aksini iddia edebilir, tek kutuplu dünya tabii ki iyi bir şey değildir!
Hiç şüphesiz, uluslararası ilişkilerin yegáne bir "ultra süper devlet" tarafından belirlenmesi, felsefi, siyasi ve iktisadi açılardan her türlü çoğulculuğu frenleyen bir unsurdur.
Hele hele, o tek kutbu, yani burada ABD’yi, entelektüel ufku sınırlı ve karakteri keçi inatlı bir Bush’un yönettiği düşünülürse, durum gerçekten vehamet arzediyor demektir.
Zaten bu konunun üzerinde fazla duracak değilim, zira "ahval"i hepimiz görüyoruz.
İmdii?
* * *
İMDİSİ şu ki, amenná, tek kutuplu dünya kötü bir şeydir.
Peki de, onun tersi olacak olan çok kutuplu bir yerküre daha mı iyidir?
Tekil bir "ultra süper devlet"in değil de, "ultra" sıfatı silinerek sadece "süper"ikalacak iki, üç, beş devletin hüküm süreceği bir dünya, daha mı "ehven-i şer" olacaktır?
Yukarıdaki ABD’nin kısmi gerilemesine paralel olarak Rusya’nın, Çin’in, Hint’in, AB’nin; ne bileyim ben, Brezilya’nın, Japonya’nın, Kore’nin falan da uluslararası areneya "kılıç atacağı" bir dünya, şimdikine oranla insanlığa daha "parlak gelecek" mi vaad edecektir?
* * *
AÇIK söyleyeyim, soruyu ne "evet", ne de "hayır" diye cevaplandırabileceğim.
Çünkü hem yanıtı bilmiyorum, hem de geçmiş tecrübeleri görmezden gelemiyorum.
Zira, 19. yüzyılın Napolyon harpleri ertesinden 1919 Versailles Antlaşması’na veya 1945 Yalta’sı sonrasındaki bütün bir "Soğuk Savaş" sürecine, söz konusu "çok kutupluluk tecrübeler"i de o insanlığın kolektif hafızasında hiç mi hiç "olumlu hatıra" bırakmadılar.
Aksine, "Duvar"ın yıkıldığı ve komünizmin çöktüğü 1989 yılından beri yaşadığımız "tek kutuplu dünya vukuatları"ndaki vehámet ne olursa olsun, ters yöndeki "çok kutuplu dünyalar" aynı insanlığı, şu son yirmi dahi mumla aratacak sonsuz badirelerle çalkaladılar.
Ve, konuyu sonradan geliştirmek kaydıyla, buradan itibaren bir parantez açacağım.
* * *
DÜN belirttiğim gibi, bütün "sol" (!) ve "ilerici" (!) lafazanlığa rağmen aslında en aşırı, en gerici ve en faşizan "sağ"ı temsil eden bizim "ulusalcılar" aynı zamanda, hiç mi hiç "yerli" ve "milli" olmayan bir beynelmilel "enternasyonal"in de parçasını oluşturuyorlar.
Nitekim, farklı ülkelerde káh "egemencilik"; káh "bağımsızcılık", káh "yerelcilik" gibi sıfatlar kullanan bu "enternasyonel"in mensupları, üç ortak paydada buluşuyorlar:
Bunlar esas olarak demokrasi ve açık toplum düşmanlığında; ulus-devlet fetişizminde ve yukarıda sözünü ettiğim tek kutuplu dünya karşıtlığında odaklanıyor.
Dördüncü ve konjonktürel ortak paydayı ise "rusofili" denilen Rusya yandaşlığı ve "Putinmanya" diye adlandırılan Putin hayranlığı oluşturuyor.
Ve hiç şüphesiz ki, yukarıdaki ana üç unsurla, dördüncüsü birbirlerini tamamlıyor.
O halde, şimdi parantez içinde de başka bir parantez açmam gerekecek.
* * *
VLADİMİR Putin’in 10 Şubat 2007 günü Münih "Güvenlik Konferansı"nda yaptığı konuşma aslında, son Kafkasya müdahalesini de haber veren bir manifesto niteliğini taşımıştı.
Rus lider ilkin, her kötülüğe sebep addettiği "tek kutuplu dünya"nın artık bittiğini ve bir "çok kutuplu dünya" aktörü olarak, Moskova’nın tekrar ortaya çıktığını haber vermişti.
Sonra da, liberal demokrasi anlayışı dahil, "Batılı değerler"in diğer ülke ve halklara "empoze edilemeyeceğini" vurgulamıştı. "Herkes bildiğini yapar" demeye getirmişti.
İşte, zurnanın zırt dediği noktayı; yani bizim "ulusalcılar" başta, aşırı sağın bugün "rusofil" kesilmesine neden olan gerekçeyi Putin’in Bavyera kentinde verdiği bu "müjde" (!) oluşturuyor ki, konuyu yarın tekrar "çok kutupluluk" çerçevesinde irdeleyeceğim.