Jön Türk’üz!

2008 yılı boyunca, modern tarihimizde bir dönüm noktası olan "Jön Türk İnkilábı"nı veya diğer adıyla 2. Meşrutiyet’in 100. sene-i devriyesini idrak ediyoruz ve edeceğiz.

B-ü-t-ü-n ulusumuza k-u-t-l-u olsun!

***

"BÜTÜN" ve "kutlu" kelimelerini kasten vurguladım.

Zira, tabii ki mirasyedi değiliz. Müsrif bir yeni zengin hiç değiliz. Asla da olamayız.

Yani, nasıl ki Cumhuriyeti’mizi kıtıpiyoz "cumhuriyetçiler"e ve Mustafa Kemal’i de kalpazan "kemalistler"e hibe etmiyoruz; yani, nasıl ki o sığ "cumhuriyetçiler"in ve o sahte "kemalistler"in isim ve tabu tekelini yıkıyoruz, aynı şey 1908 İnkilábı’mız için de geçerlidir.

***

EVET aynen geçerlidir, çünkü, önce "Genç Osmanlılık", sonra "Jön Türklük" diye bilinen genel modernleşme iradesi, zaten 1923’ün ideolojik ve organik nüvesini oluşturur.

Şinasi’den, Namık Kemal’dan, Ziya Gökalp’ten ayrı bir Cumhuriyet yoktur. Olamaz.

Zira, her siyasi sonuç kendisinden önce yaşanmış olan evrimden ve birikimden süzülür.

Aynı rotayı izlemese dahi, onların varolmuşluğundan yararlanarak sıçrama yapar.

Háttá çoğu defa, o ilk varoluşunu dahi reddettiği ve çeliştiği ortam sayesinde edinir.

Nitekim, özellikle "Jön Türkler" yetişmelerini ve formasyonlarını, mücade ettikleri Abdülhamit’in eğitim, meslek, iktidat ve iletişim alanlarındaki reformculuğuna borçludurlar.

Dolayısıyla da, durum böyleyken, demokrat ve liberal özgürlükçülerin yüz yıl önceki "devrim"imizi sahiplenmesi ve mirasına titremesi kadar doğal bir şey düşünülemez.

***

DÜŞÜNÜLEMEZ, zira 1908 "devrim"ine İttihatçıların el koyması ve "komitacı" zorbaların da nihayetinde İmparatorluğu batırması, bir "redd-i miras" bahanesi oluşturmaz.

Çünkü her şeyden önce, 2. Meşrutiyet atılımı d-e-m-o-k-r-a-t-i-k bir karakter arzeder.

Ne İttihatçılarda Gökalp, Ahrarcılarda Prens Sabahaddin ve Taşnakçılarda İstepan Zoryan hariç, devrimciler arasında ehil bir teorisyenin bulunmaması; ne 1876 Kanun-i Esási’sine dönülmesi dışında bir projenin oluşturulmaması; ne de yamalı bohça kimliğin gelecek çelişkileri baştan haber vermesi, Jön Türk İnkilábı’ndaki ö-z-g-ü-r-l-ü-k-ç-ü niteliği değiştirir.

Burada "özgürlükçü" demekle, "ısıltılı despot" ve "tutucu modern" kimliği öne çıkan 2. Abdülhamit’e yönelik suçlamalara açık çek vermiyorum. İzán ve izáfiyet gerekir.

Fakat yine de, hem "Temmuz İnkilábı" öncesindeki Anadolu ve Rumeli’nin köylü - esnaf isyanları; hem de İmparatorluk sathındaki kavimlerin etnik "kıpırtısı", iktisadi ve milli huzursuzluğun tırmandığını, dolayısıyla da o İnkiláp’ın kapıya dayandığını haber veriyordu.

Nitekim bugün mesafeli baktığımızda, Osmanlı tarihinde ilk kez, farklı ırk ve dinlere mensup nispeten geniş kitlelerin Fransız Devrimi kökenli şiarlar etrafında buluşabilmesi, taleplerin azami, dönüşüm şartlarının ise olgun seviyeye ulaşmış olduğunu ortaya koyuyor.

***

İMDİİ, hál böyleyken, Türkiye’deki demokrat ve liberal özgürlükçülerin, tabii ki ruhu ve maddesiyle b-i-z-i-m olan "Jön Türk" İnkilábı’nı námerde hibe etmesi düşünülebilir mi?

Alnımızda enayi mi yazıyor ki, bu özü sivil atılımı, şimdi "ulusalcı" etiketi kullanan ve mayaları icábı da sırf sonraki ceberrutluğu sahiplenen "neo-ittihatçılar"a bahşedelim?

Asla! Bin şükür, ne aklımızı peynir ekmekle, ne mirasımızı o İttihatçı kumarla yedik.

Kabuğunu beğenmeyen civciv misáli de, kendi kendimizin inkára yeltenecek değiliz.

Artı, aynı "ulusalcı - neo-ittihatçı" kalpazanların, başta Prens Sabahaddin olmak üzere "Jön Türkler" içindeki özgürlükçülere attığı iftiraları da yutacak kadar cahil değiliz!

Evet evet, bir özgürlük hamlesi olan 1908 İnkilábı’mızın 100. yıldönümünü ulus olarak kutlardan, ben de o iftiraları tarihin çöplüğüne atmayı cumartesi günkü yazıma bırakıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları