Paylaş
Yani, zaptiye korkusuyla ilk tramvaya binmeye bile cesaret edemeyen biz kaçak işçiler sabahın köründe ve ovanın ayazında kapı önüne dizildiğimizde, nemrut ustabaşının içimizden en cüsselileri ve en pazılıları seçip kalanları hoyratça sepetlemesine kin bağlamadım.
* * *
BAĞLAMADIM, zira cepte çalışma izni ve pasaporta ikâmet mührü yok, dolayısıyla boynumuz kıldan ince, nereye gidersen git, Avrupa’nın öteki yerlerinde de durum aynıydı. Başka bir deyişle, İsviçre diğerlerinden ne daha az, ne de daha fazla “insani”ydi. Üstelik doğruya doğru, eğer o gün kamyona atlayabilmek şansını yakaladıysam, vakti zamanın parasıyla cebime haniyse yetmiş çil frank girerdi. Böyle bir miktar hem benim için servete tekabül ederdi, hem de belki İskandinavya hariç, diğer hiçbir ülkede kazanılamazdı.
Ancak buna rağmen “Helvetistan”ı yine de sevmedim. Sevemedim. Çok sonraları, o “cinnet yılları” nihayetinde, artık tren istasyonu bankında değil kayak istasyonu otelinde de yattığım oldu ama daima, hep ilk günkü rahatsızlığı hissettim.
* * *
DİYELİM ki bu rahatsızlık İsviçre’de hüküm süren bir ruhiyattan, bir atmosferden, bir hal ve oluş tarzından kaynaklandı ve kaynaklanıyor.
Böylesine bir düzen ortamı, böylesine bir disiplin anlayışı, böylesine bir ciddiyet katılığı; açıkçası işlerin böylesine “tıkırında gitmesi”, bir anlamda beni boğdu ve boğuyor.
Ne zaman ayak basmak zorunda kaldıysam ve kalıyorsam, o dillere destan dağlar bana kendimi eczanede, o bal dök yala şehirler ise hastanede olduğum hissini verdi ve veriyor.
Artı, genelleme yaparak ahalinin illâ ikiyüzlü olduğunu söyleyecek değilim.
Fakat püriten ve püriten olduğu ölçüde de riyakâr Calvin Protestanlığı topluma damga vurduğundan, ora “dürüstlük”ünün arkasında hep başka şeyler sezinledim. Sezinleniyorum.
Meselâ burada bir parantez açayım ve 2. Savaş ortalarına dek Hitler’e yakın durmuş ve her halükarda da Nazi yağmalarını banka kasalarında saklamış “Helvetya”nın, Savaş’ın seyri değişince bu defa nasıl müttefiklere yaklaştığını anlatan bir anekdota yer vereyim.
* * *
ALMANYA’yı bombalamaya giden ABD uçakları tarafsız ülkeye girince aşağıdan telsizle, “İsviçre üzerindesiniz” uyarısı gelmiş. Pilotlar “biliyoruz” cevabını vermişler.
Aşağısı “ateş açacağız” diye uyarmış. Pilotlar yine “biliyoruz” diye yanıtlamış.
Uçaksavarlar gerçekten harekete geçince de tayyare, “alçak irtifaya nişan alıyorsunuz, biz çok daha yükseklerdeyiz” mesajını göndermiş.
Bu defa İsviçre komutanlığından cevap gelmiş: “Biliyoruz”.
* * *
ŞİMDİ ben de büyük konuşup, Pazar günü İsviçre’de gerçekleşen referandumdan minarelerin yasaklanmasını kararının çıkacağını “biliyordum” demeyeceğim.
Ama kutsallığına inandığım her şey üzerine yemin ederim ki, tahmin ediyordum
Yukarıda anlattığım gibi, bu ülkede hüküm süren ruhiyatla az çok haşır neşir olduğum ve siyaset arenasını da uzaktan izlediğim için, esas tersi bir sonuç bana sürpriz oluştururdu.
Velev ki en uyumlu Müslümanları barındırsın, aslında fanatik bir teokratik cumhuriyet kurmuş ve “sapkınlar”ın canına okumuş Calvin ülkesinden “hoşgörü” ummak saflık olurdu
Üstelik, “hayır” cevaplarının o Müslümanların hemen hiç bulunmadığı kantonlarda yoğunlaştığı düşünülürse, dışlamanın “öteki” korkusundan kaynaklandığı göz çıkartıyor ki, aslında sırf İsviçre’ye özgü olmayan bu korkunun evrenselliğini bir başka yazıya bırakıyorum.
Paylaş