Paylaş
Ve tabii biz ilk iş olarak, artık adet-i veçhile haline gelen “misilleme”mizi (!) yaptık. Washington’dan sonra Stokholm Büyükelçimizi de alelacele geri çağırdık.
Artı, Başbakan Erdoğan gelecek hafta bu başkente yapacağı ziyareti iptal etti.
Bakalım sonu nereye varacak?
EVET nereye varacak, çünkü belki de galeyana gelir ve misillemeyi “Volvo” alamet-i farikalı taşıtlara, “SKF” markalı rulmanlara veya “Ikea” etiketli mobilyalara dek genişletiriz.
Hanya’yı Konya’yı görsünler bakalım, Viking mi yaman, Türk mü yaman!
Zaten aslına bakarsanız bizim Rusya, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada, Hollanda, Şili, Belçika, Polonya, İsviçre, Slovakya, Litvanya, Yunanistan, Kıbrıs RY, Arjantin, Venezuela, Uruguay, Lübnan, Bulgaristan ve Vatikan menşeli tüm malları da boykot etmemiz gerekiyor.
Onlardan da tek çöp almamamız ve hepsinden sefirlerimizi çekmemiz icap ediyor.
Öyle ya, oniki tanesi AB, onbir tanesi ise NATO üyesi olan bu “Türk düşmanı” (!) devletlerin tümü de 1915 Tehciri’ni “soykırım” olarak onaylamadılar mı?
Her halükarda işte şimdi sıra İsveç’tedir ve de diyetini ödetmemiz Allah’ın emridir.
Ne diyeyim, aynı Allah-ü Taala bizlere akıl fikir ihsan eyleye ve âmin!
ANCAK burada hemen hatırlatmak isterim ki yukarıdaki İsveç daha düne kadar “en Türk dostu” devletler arasında addediliyordu. İskandinav ülkesini yere göğe koyamıyorduk.
Üstelik gerçekten de öyleydi! Ve aslında hâlâ ve hâlâ öyledir!
Zira Stokholm Ankara’nın AB üyeliği için canla başla mücadele eden ve bu yüzden de başta Paris, “antici”lerle haniyse kanlı bıçaklı olan tek tük başkentten birisini oluşturuyordu.
Ama bizim diplomasiye, daha doğrusu bizim “milli onur” (!) anlayışımıza kitakse!
Çarşamba akşamına dek gözağrımız olan o “cici” İsveç “soykırım”ı tanıyan yirmiiki devlete bir yirmiüçüncüsü olarak eklenince, Perşembe sabahı aniden “kaka”ya dönüştü.
Oysa bunun sonu yok!
YOK, çünkü bu böyle giderse halimiz yamandır!
Yani, biz hep devekuşu gibi başımızı kuma gömmeye devam eder ve de inatçı gerçeğe hep kör bakmayı sürdürürsek, yolun sonu asla gelmez ve gelmeyecektir.
Başka bir deyişle, başta İttihatçı çetenin Ermenileri maruz bıraktığı o 1915 “Büyük Felâket”i olmak üzere, yakın tarihimizle artık mümkün mertebe yüzleşmek ve hesaplaşmak zamanının geldiğini anlamazsak, en önce kendimizle barışmamız mümkün olmayacaktır.
Kendi bilinçaltıyla kavgalı bir ulusun diğerleriyle barışık olması ise zaten imkânsızdır.
O halde şunları alt alta yazalım:
BÖYLE giderse, yukarıdaki ülkeler yirmiyken otuza; otuzken kırka, elliye çıkacaktır.
İsveç’i Norveç, Norveç’i Patagonya, Patagonya’yı da Papunezya izleyecektir.
Dolayısıyla, biz daha çok başkentin büyükelçisini geri çağırırız. Daha çok başbakanın gezisini iptal ederiz. Daha çok galeyanın misillemesi hesaplarız.
Ve dün “cici” dediklerimize de bugün “kaka” diyerek, ezelden beri yaptığımız gibi, “öteki”ne karşı duyduğumuz o derin korkuyu ve o travmatik husumeti yenebilmek için “Türkün Türkten başka dostu yoktur” şiarıyla kendimize cesaret şırıngalamaya çalışırız.
Hep kavga döğüş ve hep itiş kakış, hiç bitmeyecek bir yolu hep bir başımıza arşınlarız.
Peki de, sorumlusu olmadığımız bir tarihle yüzleşmek cesaretini ve “kendimizi için kendimizle” barışmak dirayetini göstermek bu kadar zor mu ve bu mazoşist cefaya değer mi?
Paylaş