BU satırların yazarı kendini bildi bileli mazlum ve mağdur Filistin halkını sahiplendi.
Ancak, İsrail devletinin güvenilir sınırlar içinde varoluş hakkını da tavizsiz savundu.
Burada çelişki yoktur, fakat bugünkü konuma girmediğinden tekrar değinmeyeceğim.
* * *
ÖTE yandan, daha lafı bile ilk ortaya atıldığı andan itibaren ‘Washington-Ankara-Kudüs’ eksenli bir ‘stratejik ortaklığa’ (!) da şiddetle karşı çıktım.
Böylesine ‘madde tabiatına aykırı’ bir gelişmenin hem ülkemizi bölge halklarından soyutlayacağını, hem de ‘Conijandarmalığı’ anlamına geleceğini defalarca kaydederek, gerek ‘realpolitik’, gerekse ‘ahlaki’ açıdan onaylanamaz olacağını vurguladım.
Fakat, bu tür bir ‘zıvanadan çıkma’ raddesine vardırılmadan, her iki ülkenin ‘iyi ilişkiler’; daha ötesi, ‘ayrıcalıklı ilişkiler’ sürdürmesi gerektiğinini de ısrarla tekrarladım.
Bunda da çelişki yoktur!
Zaten, yukarıdaki ‘realpolitik’ yaklaşımın ‘ince ayarı’ da burada şekilleniyor.
Türkiye ve İsrail’in Arap olmayan iki devleti şekillendirmeleri bir yana, Ankara ve Kudüs son tahlilde o coğrafyanın demokratik rejime sahip yegane başkentlerini oluşturuyorlar.
Geniş açıdan bakarsanız, sırf bu özellik dahi ‘ayrıcalıklı ilişki’ için yeterlidir.
* * *
ANCAK, yine ‘bölge gerçekleri’ göz önüne alındığında, ‘bakın, bizim İsrail’le ayrıcalıklı ilişkimiz var’ diye dam üstüne çıkıp bas bas bağırmanın alemi yok ve de olmadı.
Üstelik, Türkiye son çeyrek yüzyıldır yukarıdaki ‘ince ayarı’ tutturamadı.
Vur deyince öldüren bir ‘zıtlar arasında yalpalama diplomasisi’ sergiledi.
Káh Araplardan daha ‘Arabiyatçı’ kesildik ve Tel Aviv’e çok uzun süre büyükelçi göndermeyerek, maslahatgüzar seviyesi temsilcilikle o Arapların ‘gözüne girmeyi’ umduk.
Káh bunun yüzseksen derece tersine, yüklü silah ihalelerinden ortak askeri eğitim sahasına, Yahudi Devleti’yle ‘stratejik ortaklık’ arayışımızı yedi cihana haykırdık.
Ve nihayet pazartesi günü geldi ki, aslında iktidar başlangıcından beri aynı ‘yalpalama diplomasisi’ni sürdürmüş olan AKP hükümeti, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail ziyaretiyle, belki o ‘ince ayarı’ yakalayabileceğinin sinyalini verdi.
* * *
FAKAT dikkat, ‘yakaladı’ demedim ve ‘yakalayabileceği’ diye şartlı konuştum.
Çünkü, ‘İslami hassasiyet’ten yorumcuların ziyarete ilişkin ‘mahçubiyet’lerini (!) ve binbir dereden su getiren ‘utangaç açıklamaları’nı okudukça, onların bazı hükümet üyeleri üzerindeki ‘fikri etkisini’ bildiğimden, ihtiyatı elden bırakamıyorum.
Hadi, ‘her şeye kadir görünmez el’ türü komplo teorilerine inançta ‘ulusalcılar’la bile yarışan bazı ‘İslamcı’larımızın gizlice vaaz ettiği o rezil ‘anti semitizm’i es geçeyim.
Ancak, günah çıkartan bu ‘utangaçlık’ jeopolitiğe ve ülkemize öyle ters düşüyor ki!
Zira, olmayacak duaya amin demekten başka anlam taşımayan ‘arabuluculuk’ teklifini saymazsak, aslında çok gecikmiş Kudüs gezisiyle Erdoğan sonsuz olumlu bir adım attı.
Bundan dolayı da Türkiye’nin kimseye karşı ‘mahçubiyet’i yoktur ve de olamaz.
Belirli branşlarda en iyiyi ürettiği ve Hint’e ve Çin’e de sattığı için, ısmarlanan silah sistemleri dahil, Ankara liderinin Davudi yıldızı devleti ziyareti çok önemli bir gelişmedir.
İttifaklar ekseni açısından olduğu kadar, AKP’nin kimliği açısından da çok önemlidir.
Hele hele, mazlum Filistin halkıyla İsrail arasında kısmi ‘yumuşama’nın doğduğu; Irak’a ilişkin hayalperestliğin iflas ettiği; ‘esas gidişat’ itibariyle de bölgede demokrasi rüzgarlarının estiği bir dönemde, ‘gizli mahçubiyet’ duymak için mazoşist olmak gerekir.
Şüphe yok, ‘ince ayar’a itina etmek kaydıyla, İsrail’le Türkiye arasında mutlaka sürmesi gereken ‘ayrıcalıklı ilişki’ iki ülke, bölge ve barış için ‘olmazsa olmaz’ kuraldır.