HİÇBİR din çıkış noktası itibariyle "rasyo" anlamda "mantıki" değildir. Olamaz da.
Çünkü, her din dogmalar üzerinde yükselir. Buna zorunludur. Dogmasız inanç yoktur. Örneğin, semávi olanlarıyla sınırlanırsak, Yahudilikte "Yahve"; Hıristiyanlıkta "Teslis" ve Müslümanlıkta "Tevhid" kesin kural niteliğini taşırlar. Bunlar tartışılamazlar.
Dolayısıyla da, o dogmalardır ki, dinlerin "rasyo ötesi" metafizik boyutunu yansıtırlar.
Zaten "iman" dediğimiz şey de bu olgunun "a priori" onayına tekabül eder.
* * *
ANCAK, ilk metafizik çıkış noktasında "rasyo ötesi" bir "lá-mantıkilik" vardır ama, dinlerin daha sonra geliştirdiği "sosyal pratik"lerde mantıkçılık devreye girer. Girmiştir.
İbádet ritüeli, hayat tarzı, beşeri ilişkiler, estetik kıstaslar; yani aslında "iláhi dogma"nın "dünyevi yorumu" zamana ve mekána paralel biçimde değişir. En azından, elástikileşir.
Yine örneklersek, Sina’dan 1. Mábet’e ve Kábál’den Hasidizme; háttá reformistlere, Musevilik o "dogma"nın özüne dokunmadan bu tür bir "yorum evrimi" geliştirmiştir.
İsevilikte ise İznik konsilinde Protestan ayrışmaya; daha önemlisi, Katolik Vatikan’ın "aggiornamento" güncelleştirmelerine, din felsefesi ve pratiği "rasyonalize" edilmiştir.
Peki, Kur’án’ın vahiy niteliğinden dolayı böyle bir şey İslam’da mümkün değil midir?
* * *
NE münasebet, tabii ki mümkündür. Ötesi, zaten en baştan itibaren gerçekleştirmiştir.
Kur’án áyetlerinin Hazreti Peygamber’in vefatı ertesinde bir araya getirilmesi "iláhi" midir; yoksa gayet "d-ü-n-y-e-v-i" midir ? Bittábii, tamamen ikincisidir!
Artı, Mukaddes Kitap sûrelerinin tebliği kronolojisi yerine son derece ilgisiz ve son derece áfáki bir sıralama izlemesi de aynı "dünyevilik"in çok somut bir ispatını sunmaktadır.
Ancak ne var ki, buradaki "mantıkçılık" (!) sistematikten, yani özünde matematikten yoksun bir göçebe toplumun kendine özgü "rasyonalite"sinden öteye gitmez.
* * *
DİĞER taraftan, Resûlullah’ın ölümünden çok sonra "mutlaklaştırılan" (!) hádis-i şeriflerin ve sünnetin ortaya çıkışını da adamakıllı ve önyargısız biçimde "deşmek" gerekir.
Ciddi bir bölümün iktidar odaklarına göre ve onlar tarafından "yontulduğu" kesindir.
Zaten, sahibine ve sahtesine ilişkin tefsir tartışmaları bugün bile sürmektedir.
Bunun adı "dünyevileştirme";dolayısıyla da, şu veya bu hedefe yönelik pragmatik bir "rasyonalleştirme" değil de nedir?
Bu açıdan bakıldığında da, başta Muaviye, yeni dini geniş coğrafyaya yayan Emeviler İslam’daki ilk "mantıkileştirme"nin; yani özünde ilk "sekülerleştirme"nin öncüleridir.
Uzaktan uzağa bir benzetme yaparsak, Şam merkezli Kureyş hanedanı, emperyal Roma’nın Hıristiyanlaştıktan sonra gerçekleştirdiği işlevi görmüştür ve aynı rotayı izlemiştir.
* * *
O halde, Musevilikten ve İsevilikten farklı olarak, vahiy bir tebliğden ötürü Müslüman "sosyal pratik"in "mantıkileştirilemeyeceği" tezi ne iláhi, ne de tarihi olguyla bağdaşıyor.
Ve, böyle bir iddiada ısrar etmek metafizik boyuttaki bir "dini dogma" değildir!
Tam tersine, sadece "fizik";yani son derece maddi bir "dünyevi t-a-b-u"dur!
Nitekim, iç bünyedeki "İslam savaşları" dahil, Kûr-an’ı iman toplumlarının hanidir yaşadığı ve bugün zirveye ulaşan travmatik "yabancılaşma" da buradan kaynaklanıyor.
Dinin tefsir varyantlarından birisini oluşturan "dünyevi tabu" sanki "iman dogması"ymış gibi tahákküm kurduğu içindir ki, o dinin uygarlığı rasyonaliteye hálá uzak düşüyor.
Dolayısıyla da, "öteki"nden korku ve "öteki"ne nefret ekseniyle bütünleşiyor.
Oysa geçmişte hiç de böyle olmayan "İslam mantıkçılığı"na cumartesi değineceğim.