Paylaş
Yukarıdaki “de”yi kasten edat olarak kullandım. Yani çoğulluğu bilhassa vurguladım.
Zira İskenderun’daki son cinayet ülkemizdeki Hıristiyanlara yönelik kaçıncı vukuattır?
Bu kaçıncı saldırıdır, bu kaçıncı darptır, bu kaçıncı tacizdir? Hatırlayan beri gelsin!
Vakıa zanlı İseviliğe ihtidâ ettiğinden dini boyut yokmuş ama onu külâhıma anlatın!
EVET külâhıma anlatın, çünkü sözümona en “laik”i, en “hoşgörülüsü”, en “çokkültürlüsü” geçinen Türkiye dâhil, genel olarak bütün Muhammedi Âlem “öteki”ne karşı tahammülsüzlükte diğer hiçbir din kültürüyle kıyaslanmayacak ölçüde başı çekiyor.
Müslüman aidiyeti “militan kimlik”e dönüştürenler dışında başka hiçbir inanç kitlesi o “öteki”ye karşı Dar-ûl İslam’daki kadar saldırgan, dışlayıcı ve yalnızlaştırıcı davranmıyor.
Nitekim “Filistin, Filistin” diye popomuzu yırtınıyoruz ya, işte sorarım size!
Madalyonun öteki yüzünde ne var? Müslümanlardan çok önce Mesih’in öz yurdu olan o Filistin’de bugün kaç Hıristiyan kaldı? Kutsal Topraklar’daki İsevilerin sayısı kaça indi?
1948’deki nüfus istatistiklerini alın ve şimdikiyle kıyaslayın! Mahrem kapılar ardında da haçlı inanç sahiplerinin İsrail’in ötesinde, “İslami” (!) örgütlerden yakınmasını dinleyin.
Veya Mısır coğrafyasında “esas yerli” olan Kıptilere bakın. Son on yıl içinde maruz kaldıkları kitlesel kıyamların, bireysel cinayetlerin, köy kundaklamalarının çetelesini tutun.
Bürokraside, orduda, günlük hayatta uğradıkları ayırımcılıkların listesine göz atın.
Ve sonra, o pek “laik”, o pek “hoşgörülü”, o pek “çokkültürlü” Türkiye’ye gelin!
HADİ, devletlerarası mübadeledir ve karşılıklı bir “etno-dinî” “temizlik”dir (!) diye Lozan Antlaşması öncesindeki İmparatorluk yapısını örnek vermeyeceğim.
Kabul de o halde yine istatistiklere bakın. Tam aynı Lozan ertesinin 1923 Cumhuriyeti’nde mevcut gayr-ı Müslim oran sayısını, şimdiki genel nüfus oranıyla karşılaştırın.
Fark dehşet vericidir! Öz be öz bu toprakların insanı olan ve yukarıdaki mübadeledenn muaf tutulan Ermenilerin; İstanbul ve Ege adalarındaki Rum ve Karamanlıların; Süryanilerin, Levantenlerin ve Yahudilerin aynı nüfus içindeki payı bugün mikroskopik düzeye düşmüştür.
Kimse vatanını gönüllü terk etmeyeceğinden de onların buradan ayrılması, daha doğrusu ko-vul-ma-sı gayet planlı, gayet iradi ve gayet sinsi politikalarla gerçekleştirilmiştir.
1942 Varlık Vergisi’nden 6-7 Eylül 1955 pogromuna ve kimliklerdeki gizli şifreden “Müslüman mahallesinin baskısı”na uzanan ve hem resmi - gayrı resmi nitelik taşıyan; hem de seküler pratik altında imâni kökeni referans alan uygulamalarla mümkün olmuştur.
Ve bütün bunlar bugün de sürmektedir!
BUGÜN de sürmektedir ve nitekim İstanbul Süryanilerine kilise inşası hâlâ yasaktır.
Heybeliada Ruhban Okulu hâlâ kapalıdır. Vakıf malları hâlâ kapanın elindedir.
“Agos” gazetesinde yazdığı için de Baskın Oran’a hakaret etmek hâlâ suç değildir!
Diğer bir deyişle, Türkiye’deki “laik milliyetçi” ideoloji daha en baştan itibaren kendi oyununu bir “dini içgüdü” kuralı üzerine inşa edilmiştir. Duruma göre kâh ilki, kâh ikincisi ön plana çıksa bile bunlar arasında daima bir “paslaşma” ve bir içiçelik mevcut olmuştur.
Zaten “ulusalcı - Ergenekoncu” taifenin yüzde doksan dokuz virgül doksan dokuzu Müslüman bir ülkede “Hıristiyan misyoner” vaveylasıyla “öteki” düşmanlığı körüklemesi; yani aslında “İslami hassasiyet”i kışkırtması o ideolojinin ve o oyunun kuralına uygundur.
Ve, söz konusu ideolojiyi aştığımız ve söz konusu kuralı yenilediğimiz orandadır ki Dar-ül İslam’ın gerçekten laik, gerçekten hoşgörülü ve gerçekten çokkültürlü ulusu olacağız!
Paylaş