KİMSE kör değil, benim siyasi fikirlerim Bekir Coşkun Usta’nınkilerle pek uyuşmaz.
Ama, mizah zekası zaten bir yana, bu satırların yazarı Coşkun’a derin hayranlık besler.
Çünkü ‘Onuncu Köy’ün ‘muhtar’ı dev bir insan sevgisi; ötesi, canlı sevgisi yansıtır ki, söz konusu erdem onu hümanizma fukarası diğerlerinden kat be kat farklı kılıyor.
Dolayısıyla, ‘araç’ta ayrılsak bile ‘amaç’ta birleştiğimizden, kendi açımdan baktığımda, aramızdaki hayati noktayı ‘insaniyetçi ortaklığın’ belirlediği sonucuna varırım.
Nitekim, merhum Pako’yu geçeyim, Bekir Coşkun’un canlı sevgisi onu, aynı kıvrak ve somut zekayla ‘insan-hayvan’ ilişkisi kültürünün bam tellerini yakalamaya götürür.
Ve, Coşkun’un yakaladığı o bam tellerinin en başında da ‘kurban konusu’ yer alıyor.
Yani, Müslüman toplumlarda ‘ahval-i adiye’ olarak hüküm süren ‘güncel şiddet’in asla ve asla, ‘koyun boğazlama’ pratiğindeki ‘alenilik’ten soyutlanamayacağı gerçeği!
* * *
EVET evet, ‘Usta’ bin defa haklıdır ve zaten ben de her boy ve soydan fincancı katırlarını ürküteceğim korkusuyla láfı ağzımda gevelemeyeğim.
Çünkü, o İslam toplumları alenen hayvan gırtlaklamayı sürdürdüğü müddetçe, kuşku yok, kamera önünde rehine öldürenler de ortaya çıkacak.
Tersi ne ruhen ‘psikanalitik’; ne de maddeten sosyolojik açıdan mümkündür!
Şüphe mi var, meskûn mahalle arsasındaki mezbahada bıçağa yatırılmış davarın inim inim kuyruk titretmesine merakla bakan ve çok doğal olarak da bunun ‘normalliği’ne kanaat getiren küçümen çocuk, büyüyünce tabii ki, böylesine manzaraların uzağında yetiştirilmiş diğer bir çocuktan sonsuz defa daha çok ‘vahşet alışkınlığı’ edinmiş olacaktır.
Apartmana girerken önce kan kokusu duyan; sonra da, kapıcının asansör çengeline asılmış hayvanın postunu üflediğini gören delikanlı, hayat - ölüm metafiziğini sıradanlaştırır.
Ve, gelecekte bazı olumsuz şartlar bir araya geldiği takdirde de, onun, kaçırdığı uçağın hostesini öldürmesi de sıradanlaşır.
Kimse kimseyi kandırmasın, ‘aleni kurban pratiği’nin İslam toplumlarındaki ‘şiddet magma’sına oluk oluk alev püskürttüğünü görmemek için kör olmak gerekir.
* * *
SONRA, ‘Radikal’ gazetesinde akıldanelik yaparken dibi tutmuş ‘Üçüncü Dünya’ pilavını postmodern salçayla sofraya sürmeye çalışan Nuray Mert gibi, ‘kurban pratiği’ni ‘anti modern bir varoluş hatırlatması’ (!)diye savunan zevata da iki çift sözüm olacak.
Valla, böyle bir ‘varoluş’ doğruyokoluşa götürür ki, ha bre ‘geleneksel toplum’ diye zırvalayan ve her şeye rağmen insanlığın ‘ilerlediği’ gerçeğine kör bakan postmodernler bari o ‘geleneksel toplum’ fetişizminde işi tam doyumlu bir orgazma vardırsınlar.
Ne hacet, Orta ve Güney Amerika’da binlerce yıl sürmüş ‘insan kurbanı’ veya Hint’te gizlice devam eden, canlı dul kadınları ölü kocalarıyla yakmak adetlerini de savunsunlar.
Oysa insaf, semavi din mitolojilerindeki köken bile; yani oğlunukesmesin diye Rabb’ın Hazreti İbrahim’e koç indirmesi olayı dahi, bizzatihi modern ve hümanist bir ‘ilerme’dir.
Kaldı ki, evet, etini yediğimiz hayvanların öldürülmesi fiilinide ‘gizlemek’ gerekir!
Bu, insanın şiddet içgüsünü köreltir. Varoluş metafiziğine ise kısmen sukûnet indirir.
Nitekim, nasıl ki İslam toplumlarının bilinçaltı şiddeti ‘aleni kurban pratiği’nden ayrıştırılmaz; aynı şekilde, Aztek, Maya veya Filipin kökenli kavimlerin Mesih’in çarmıha geriliş azabını tasvir eden törenlerde bugün ‘en kan dökücü’ İseviler olarak kalması, hem onların yine ‘en kan dökücü’ Haçlı İspanyollar tarafından Hıristiyanlaştırılmış olmasından, hem de bilhassa, bu halkların yukarıdaki ‘insan kurban etme’ geleneğinden kaynaklanır.
Vácipse Allah kabul etsin ve bayramın üçüncü gününde de kavurmaya buyurun ama, en az Bekir Coşkun Usta’nınki kadar ‘insaniyetçi’ olarak !