REFERANDUMDAN çok büyük bir zaferle çıkan taraf tabii ki AKP’dir. Tartışılmaz.
Göreceli galibiyet alan diğer kurum ise BDP’dir. Ama bu kısmen yoruma açıktır. Her halükarda, kimse bahane aramasın, ikisi de bileğinin hakkıyla başarı sağlamıştır. Fakat “hayırcı muhalefet” sırf kendi uğradığı hezimetten sorumlu değildir Aynı zamanda da yukarıdaki zaferi iktidar partisine altın tepsi içinde hediye etmiştir.
ÖYLE, zira daha en baştan, kasten eksen kaydıran muhalefetin anayasal referandumu AKP’ye karşı bir güvenoyuna dönüştürmesini “aymazlık stratejisi” olarak nitelendirmiştim. Dedim ki, “hayır”ların öne geçeceği ve bunların oranının da yüzde kırk ? kırbeş civarında kalacağı varsayılsa bile, böyle bir gelişme hayati bir etki yaratmaz. Yaratamaz. Hükümet kurumu tabii ki bir dereceye kadar “sarsılır” ama ciddi bir yara almaz.
ALMAZ, çünkü bu sonuç karşısında bile aynı parti “sekiz yıllık iktidar aşınmasına ve üstelik hepinizin bana karşı tek bir blok oluşturmasına rağmen işte kitle desteğimi hâlâ koruyorum” demek marjına yine sahip olacaktır. Hakkı baki ve mahfuz kalır. Hele hele, yukarıdakinin tersine “evet”ler ağır bastığı ve üstelik ciddi bir sınır aşıldığı takdirde, sonuç artık bizzat muhalefete karşı bir “güvensizlik oylaması” anlamına gelir. Bütün “hayırcı” partilerin kendi ayağına ateş etmiş olduğu kesinlik kazanır. Dolayısıyla da, aynı muhalefet aynı iktidarın başına zafer tacı oturtmuş olur. İşte zaten 12 Eylül 2010 akşamı gerçekleşen şey de o taçlandırmanın ta kendisidir! Pekii, muhalefetin stratejisi doğru veya yanlış, AKP neden çok net bir güvenoyu aldı?
HER şeyden önce, korungan mahallelerinden dışarı adım atmayanlar; Zeytinburnu’nda metro değiştirip Bağcılar hattına binmeyenler; varoşların berber koltuğuna oturmayanlar; bayram camilerinin avlularında secdeye varmayanlar; bekçili sahil sitelerinden başka yerlerde denize girmeyenler; kenar semtlerin alış-veriş plazalarında pazar aylaklığına çıkmayanlar; veya sosyolojik tahlillerini içkili kafelerin kalabalıklık, merkez gazetelerin yerellik ve paralı kliniklerin doluluk oranına bakarak yapanlar, yukarıdaki soruya doğru cevap veremezler. Zaten veremedikleri için çuvalladılar. Dünden itibaren de inanılmaz bir züğürt tesellisiyle ve hem kel, hem fodul hesabı, işi “yüzde 42 iyi sonuçtur” demeye vardırdılar. Oysa AKP, “hayırcı” muhalefetin ve akıldanelerinin altın tepside sunduğu hediyeye ek olarak, esas güvenoyunu kendi iktidarı boyunca gerçekleştirdiklerinden dolayı aldı.
ÖYLE, çünkü gecekonduları süpüren yeni TOKİ konutlarında hangi ahali oturuyor? Sosyal Sigorta hastanelerinde itip kakılmayanlar oradan nasıl bir ruh haliyle çıkıyor? Borç harç, dört şeritli yolları dolduran vasıtaların mülk ruhsatı kimin cebinde duruyor? Bayramda memleketine otobüs yerine artık uçakla gidenler; bakkalda veresiye defteri yerine artık plazada kredi kartı kullananlar; iğreti aşevleri yerine artık kalantor lokantada masaya oturanlar ne tür bir sınıf atlaması yaşıyorlar? Ne cins bir hissiyat karmaşası taşıyorlar? Yani o uçaklara şalvarlı bindikleri için “müdavim yolcuları” rahatsız edenler; yani o plazalara türbanlı girdikleri için “ekâbir tüketicileri” şaşırtanlar; yani o lokantalarda kebap aradıkları için “elit gurmeleri” irkiltenler; yani zenginleşmek, şehirlileşmek ve dolayısıyla modernleşmek sürecinden geçenler, iş son raddeye vardığında hangi tercihi yapıyorlar? Şüphesiz ki, toplum projesi sunmayan bir muhalefet illâ güvenoyu diye dayattığında, yukarıdaki imkânlardan az çok yararlanan geniş kitleler sonsuz insani bir refleksle o tercihi, zaten kendisini “irkiltici”, “şaşırtıcı” ve “rahatsız edici” bulanlardan yana yapmıyorlar. AKP’ye güvenoyu veriyorlar ki, onları buna zorlayan “hayır”cılar hayrını görsün!