1923 Cumhuriyetimiz ve Mustafa Kemal Atatürk Batı’ya düşman mıydı?
Ne demeli, zahir öyleymiş!
Çünkü, cumartesi günü Tandoğan Meydanı’nda taşınan pankartlara, bağrılan şiarlara ve yapılan konuşmalara göre, meğer her ikisi de ezelden beri o Batı’yla kanlı bıçaklıymış.
Eh, insaf ki insaf ve de tahrifatın daniskası diye işte tam buna denir!
* * *
EVET buna denir, çünkü nasıl ki, dün sözünü ettiğim siyasal İslam bugün geçmiş "Müslüman altınçağı" ve onun şahsiyetlerini sahiplenerek aslında tam zıt yönde bir ideoloji vaaz ediyor ise şu an Türkiye’de "cumhuriyetçi" ve "Kemalist" yaftasıyla piyasa çıkanlar da işte aynı taktik ve aynı stratejiyi uyguluyorlar.
Tıpkı "sofu tahrifatçılar" gibi "laik tahrifatçılar" da efsaneler, dokunulmazlıklar, tabular ve nostaljiyalar ekseninde "öteki" nefretini üretiyorlar.
Ve al birini vur ötekine, farklı hedef gütseler de totaliter özde birleştikleri içindir ki, her ikisi de zaten kendi konteksinden soyutladıkları maziyi bir bütün olarak çarpıtıyorlar.
* * *
OYSA hayır, bin defa hayır, ne Cumhuriyet, ne de Mustafa Kemal Batı düşmanıydı! Tam tersine, her ikisi de fikriyatta Batı düşüncesinin ürünü olarak ortaya çıktılar.
Siyasette ise aynı Batı tercihinin izdüşümünü yansıttılar. Bunu daima idame ettirdiler.
Daha ilk andan itibaren "Garp rotası" çizmiş olan Tanzimat ve Meşrutiyet atılımlarının mirasçısı durumundaki o Cumhuriyet ve o Atatürk yoksa "Doğucu" muydu?
Ama biliyorum, şimdi "keskin" (!) bir edáyla derhal denilecektir ki, "fakat Kurtuluş Savaşı’nı Batı emperyalizmine karşı vermiştik".
* * *
EEE? Sonra? Bir hasımla mücadele etmek onu ebediyen reddetmek mi oluyor?
Eğer bu kural tarihi geçerlilik taşısaydı yeryüzünde ortak hiçbir şey bulamazdık.
Kaldı ki, Kurtuluş Savaşı’nı o Batı emperyalizminin "b-i-r" cihetine karşı vermiştik.
Ne çabuk unutuyoruz, çünkü aynı emperyalizmin diğer safında yer alarak yenilmiştik.
Zaten söz konusu Batı kendi bünyesinde ayrıştığı içindir ki, Mustafa Kemal İttihatçı maceraperestlerin "batıdaki Doğu" olan Almanya dayatmasına daha ilk anda karşı çıkmıştı.
Harp kapıya dayandığı takdirde "batıdaki Batı" olan İtiláf devletlerini seçmişti.
Yani, otoritarizm ve militarizmle özdeşleyen Prusya’ya karşı demokrasiyi seçmişti.
* * *
NİTEKİM, Kuvvai Milliye sırasındaki Fransa ve İtalya uzlaşmasıyla; İzmir İktisat Kongresi’ndeki serbest piyasa nutkuyla; Terakkiperver ve Serbest fırka deneyleriyle; Cemiyet-i Akvam başvurusuyla; Nazizmden kaçan Musevilerin kadrolaşmasıyla ve Mihver’e karşı da Balkan Paktı’yla, aynı Cumhuriyet ve aynı Atatürk içeride ve dışarıda daima "Batı’ya gitti".
Üstelik, yukarıda dediğim gibi o "Batı’nın da batısı"na gitti ki, geçmişte "demokrasi cephesi" diye tanımlanan bu tercih günümüzde aşağı yukarı AB değerlerine tekabül ediyor.
Dolayısıyla, Cumhuriyet "cumhuriyetçilik"le; Kemal de "Kemalizm"le sıvanmaz.
"Sofu"su ve "laik"iyle, zıt kutupta ikiz kardeş olan "azılı azınlıklar"ın şu meydanda ve bu avluda taşıdıkları pankart, attıkları slogan, getirdikleri tekbir tahrifatı "gerçek" kılmaz.
Tabii, tarihteki o gerçeği aramak ve bunu önyargısız değerlendirmek azmindeyseniz!